gencmanifesto kurulduğundan bu güne 33 ülke tarafından okuyucu bulmuştur. Aşağıda göreceğiniz sayacturka tarafından bu tesbitler yapılmıştır. Bu blogun hiçbir siyasi güç ile uzaktan yakından alakası yoktur. Tek amacı Türk Gencini daha iyi bir noktaya taşımaktır.

genmanifesto
genckalem92@gmail.com

desteklerinizi bekliyoruz

26 Haziran 2009 Cuma

gencmanifesto.blogspot.com adlı adreste yazan yazarımız Tolga Kayasu artık yazılarıyla http://gencmanifesto.virgullu.com adresinde olacaktır.

Ayrıca gencmanifesto bünyesinde olan diğer yazarlarda bu çatı altında buluşacaktır.

25 Haziran 2009 Perşembe

tövbekar


Bu da oldu sonunda. Medya dünyasında özellikle televizyon çatısı altında yapılmadık şey kalmadı. Ama halen yeni şeyler bularak beni şaşırtmaya devam ediyorlar. Şimdi ki bomba ise ‘’ Tövbekar’’

Bu yarışma programında 1 imam, 1 papaz, 1 papaz ve 1 budist rahip, 10 ateiste kendi dinlerini kabul ettirmeye çalışacak. Yüzünüzde oluşan ifadeyi merak ettim doğrusu. İşin ilginç yanı yarışmanın sonunda para ödülü yok. Medya Grup Başkanı Seyhan SOYLU’ nun hazırladığı bu programda şu ifadeleri dikkat çekti : ‘’ DÜNYANIN EN BÜYÜK ÖDÜLÜNÜ VERİYORUZ. SİZE TANRI İNANCINI HEDİYE EDİYORUZ.’’ .

Milletimiz para için evlendi, hopladı zıpladı, börtü böcek bile yedi ama bakalım para ödülü olmayan bir yarışmaya katılacaklar mı? Ayrıca diğer bir merak konum ateist biri din değiştirmek için niye bir yarışmaya katılsın? Ayrıca illa bir dine inanmak zorunlu mu?

Yapılan bir diğer açıklama ise ‘’ Beyninizi uyuşturan ve size hiçbir şey kazandırmayan diğer yarışmalardan bıktınız mı?
O zaman işte Kanal t televizyonun Türkiye’ye armağanı.
Bu yarışma Türkiye’yi barıştıracak.
Mevlana; ‘ kim olursan ol gel’ dedi, tövbekârı Tanrı’ya davet etti. Biz de Tanrı’ya sırtını çevirmiş ateisti tövbeye davet ediyoruz. Bu yarışmayla Türkiye’yi hoşgörüye çağırıyoruz. Bizce dünyayı Tanrı inancı kurtaracak, o yüzden kalbinde huzuru bir türlü bulamayan ateistlere bu yarışmayla ‘tövbe et, huzuru bul’ diyoruz. ‘’

İnançları bile artık şov amaçlı kullanmaya başlamamız gülünç doğrusu. Böcek yedirin ama milletin inancına karışmayın veya şov amaçlı kullanmayın gerçekten inanan biri zaten inancını şov amaçlı kullanmaz ama bu yarışma programı hakikaten şaşırtıcı.

Bakalım daha başımıza neler gelecek. Kutunuzdan inancınız çıkmaya başlarsa ve teklif olarak başka bir inanç bize sorulursa napıcaz acaba???

25,06,2009

17 Haziran 2009 Çarşamba

Atatürk’ün Gizlenen vasiyet davasını AİHM'e taşıyan M. Tumluer'den şok iddia:

"Başbakan verdiğim belgeleri şantaj aracı olarak kullanıyor"

MERSİN'de araştırmalarıyla da tanınan, Atatürk'ün gizli vasiyetiyle ilgili açtıkları dava reddedilince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) dava açan deri tüccarı 41 yaşındaki Meriç Tumluer, Ak Parti hakkında Anayasa Mahkemesi'nde açılan kapatma davası ile ilgili yargı süreci sürerken, Başbakan Erdoğan'a şantaj suçlamasında bulundu. Tumluer, AK Parti kurulmadan önce ve daha sonra da başbakan olarak Mersin'e gelen Recep Tayyip Erdoğan'a, Atatürk'ün gizlenen vasiyeti ile ilgili tüm belgeleri verdiğini öne sürerek, AİHM'de kabul edilen dosyada da bulunan belgelerin, zamanında kendisi tarafından Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı başta olmak üzere tüm yargı kesiminde de verdiğini ileri sürdü. Tumluer, "Başbakan bu durumu iyi biliyor. Bu nedenle, partisinin kapanması ile ilgili olayda, ilk paniği atıp, şimdi 'Parti kapatılmaz' demesinin sebebi de, yargının da bu konuda sessiz kalması ile ilgilidir. Yargıya da aba altından sopa gösteriyor." dedi.

Atatürk'ün gizli vasiyetiyle ilgili Türkiye'de iç hukuk yollarından bir sonuç alamadığı için davayı AİHM'e taşıyan Meriç Tumluer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili şok iddialarda bulundu. Şu anda AİHM'de kabul gören dava dosyasında bulunan Atatürk'ün gizli Vasiyeti ile ilgili belgelerin tümünü AK Parti kurulmadan önce 9.2.2002 yılında, daha sonra Başbakan iken de Kargıpınarı Beldesi'nde bulunan Çetinkaya Mağazası açılışına gelen Erdoğan'a verdiğini ileri süren Tumluer, "Bu belgeleri kendisine bizzat verirken, şunu söyledim. 'CHP hukuken suç işlemiştir. Atatürk’ün gizlenen vasiyeti ile ilgili bütün bilgi ve belgeleri saklıyorlar. CHP Genel başkanları suçludur' dedim. Fakat, Erdoğan geçmişte kendisine verdiğim dosyaları 30.1.2006'da ilk kez Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile mal varlığı sorusunda CHP'ye benim verdiğim dosyayı göstererek, dedi ki 'Ey CHP ey Deniz Baykal, Atatürk'ün paralarını ne yapıyorsunuz? Atatürk'ün vasiyetindeki paralar nerede? diye sormuştu." dedi.

BEN ŞANTAJ YAPSIN DİYE VERMEDİM

Başbakan Erdoğan'a Atatürk'ün bu güne kadar açıklanmayan Vasiyeti'nin açıklanması konusunda gereken çalışmayı yapması için belgeleri verdiğin hatırlatan Tumluer, "Ben bunların açıklanmasını istediğim için verdim. Kendileri Sıkıştığında CHP'ye çöküp, sıkıştırsın diye vermedim. Yani CHP Genel Başkanı Baykal kendisine çöküntü yaptığında, onu bertaraf etmek için
Atatürk'ün gizlenen vasiyeti ile ilgili belgeleri kullanıyor. Başbakan elindeki belgeye ihanet ediyor. Atatürk'ün sözlerini kendi ve partisinin çıkarları doğrultusunda kullanıyor. Mecliste milletvekili olurken Atatürk inkılaplarına bağlı kalacaklarına hukukun üstünlüğüne inanacaklarına, namusları ve şerefleri üzerine yapmış oldukları yemine ihanet etmiş oluyorlar. Bu belgeleri açıklamamakla, yargıya CHP'ye şantaj yapmakla. Anayasa Mahkemesi'ne de şantaj yapıyorlar. Yani olay bizim tarafımızdan dava açıldığı ve Yargıtay ilgilenmediği için yargının da sorumlu olduğunu hissettirip, 'Siz benim partimi kapatırsanız, bende elimde bilgi ve belgeleri tüm dünyaya açıklarım halk infiale geçer ve kendinizi kurtaramazsınız' diyerek yargıya, orduya ve CHP'ye şantaj yapıyor." diye konuştu.


İLK PANİĞİ ATLATTI

Başbakan Erdoğan’ın partisi hakkında açılan kapatma davasında ilk paniği attığını, şimdi de 'Parti kapatılmaz' demesinin nedeninin yargının da bu konuda sessiz kalması ile ilgili olduğunu vurgulayan Meriç Tumluer şöyle devam etti:


"Yani yargıya da aba altından sopa gösteriyor. Yargının da ilgilenmemesini koz olarak kullanıyor. Çünkü ben geçmişte görev yapmış ve şuanki Yargıtay Başkanı Osman Arslan,Cumhuriyet Başsavcısı Abdurahman Yalçınkaya , Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ve üyelerine de verdim. Başbakan da bunu çok iyi biliyor. Şu an içinde bulunduğu sıkıntıları aşmak için devamlı yargıya, orduya şimdi de CHP'ye yapmış olduğu baskının, şantajın altında Atatürk'ün Vasiyetinin gizlenmesi ile AHİM'de açılan davayı koz olarak kullanıyor. Bununla da ilgili ispata hazırım. Sayın Gül, Başbakan Yardımcısı iken merkez binaya gittiğimizde, danışmanı Süleyman Mızıkacı ile görüştüm. Kendileri makama belgeleri ilettiklerini ve Başbakan Müsteşarı Ömer Dinçer ve yardımcılarının özel kalemde bulunanlardan görüştüğümüzde kendisine iletildi söylendi. Kendilerine gönderdim ve ilgileneceklerine dair resmi yazıda aldım. Şimdi menfaatleri için kullanıyorlar. AKP şantaj yapıyor. En büyük koz bu belgeler. Bu belgelerle tehdit ediyorlar. Burada kapatma davası ile ilgili Erdoğan'ın açıklaması var. Gelen açıklamalar ve şu yargının sessizliği ortadadır. Erdoğan, üstüne basa basa söylüyor. 'Siz Atatürk'ün resmini paralardan kaldırdınız. Siz Atatürk'ün resmini pullardan kaldırdınız, İnönü'nün yaptığı hatayı sizde yapıyorsunuz.' Bütün mesele ortada dönen şantajlar. Atatürk'ün gizlenen vasiyeti ile ilgili yapılan şantajdır."

KAPSAMLI DOSYA VERDİM

Başbakan Erdoğan’a verdiği dosya içerisinde önemli belgeler bulunduğunu da öne süren Meriç Tumluer bu konuda şu iddialarda bulundu:

"Dosyada davaya konu tüm belgeler, gazetelerde çıkan yazılar ve mahkeme zabıtları var. Yani Başbakan ve Abdullah Gül bu konuda her şeyi çok iyi biliyor.

CHP'nin usulsüzlüğünü biliyor ve bunu koz olarak kullanıp Baykal'ı sıkıştırıyor. Atatürk'ün paralardan resminin çıkarılmasıyla ilgili tartışmada Baykal'ın verdiği cevapta çok gereksiz. '1938'de ben bebektim emekliyordum' diyor. Olayı saptırıyor. Orada Kemal Anadol'un da açıklamış olduğu ortamda Devlet başkanları, Cumhurbaşkanları kanunla kendi resimlerini paraya koyabilirlerdeki ortam var. Merkez Bankası'nda kanunla Cumhurbaşkanın resmi paraya basılabilir ama tamamen yok edilemez. Orada yazılı olan bazı maddeler de var. İsmet İnönü orada Atatürk'e olan husumetini paradan puldan, Cumhurbaşkanlığından ve PTT pullarından resmini kaldırarak husumeti zaten gösteriyor. Eğer husumet olmasa yapmazdı. İnönü yapıyor bunları. Atatürk'e olan husumetini ve dış devletlerle olan İngiltere Amerika Rusya ile olan onlarla olan istihbaratlarından dolayı, ikinci adam olma ağırlığını taşıyamamaktan dolayı, Atatürk'e olan fakat yüzüne söyleyemediği sadece bir kere içki masasında içkili iken haykırdığı bir ihaneti söz konusu. Ben bizzat İnönü'nün kızı Özlem Toker ile görüştüm. Kendine de sordum bunları. Onunla da ilgili video görüntüleri elimde var."

BELGELER ONLARI AYAKTA TUTUYOR

Atatürk'ün gizli vasiyeti ile ilgili belgelerin şu anda Erdoğan ve AK Partinin elinde kalan tek koz olduğunu da öne süren Meriç Tumluer şöyle devam etti:

"Eğer bu belgeler elinde olmazaydı çoktan kaybolmuştu. AK Parti tarih sahnesinden 2007 seçimlerinde silinmişti. Tek koz, tek koltuk değneği Atatürk'ün gizli vasiyeti. Bunu kendileri çok iyi biliyor, yoksa şimdiye kadar AKP diye bir varlık kalmayacaktı. Bana göre Abdullatif Şener'in siyasette aday olmamasının nedeni de gizli vasiyet olayıdır. Açılması artık an meselesi olduğu için, AHİM'den sonuç gelir de kendileri suçlu olur diye meclise girmedi. Bunu da çok ciddi olarak söylüyorum. Bir yerde kendisini kurtarmaya çalıştı. Dava açılırsa yargılanmamak için girmedi. En son Kürşad Tüzmen'e de verdim. Bana dedi ki 'Biz Hükümet üyesiyiz açıklayamayız' Ben bu konuşmamı ispatlayacak bilgi ve belgelere sahibim. Bunun böyle olduğunu Gül, Erdoğan, Büyükanıt'da iyi biliyor.
Ben bununla ilgili muhatap olacağım ortama getirdiklerinde hepsinin yüzüne direk söylerim. Eğer ki bu söylediğimi kanıtlayamazsam, beni Mahkemeye de verebilirler. Ben Atatürk'ün kurmuş olduğu Cumhuriyet'in bir ferdi olarak, bunu bizzat kanıtlamaya hazırım. Başbakan çıksa 'Ben böyle bir belge almadım' dese çok tanığım var. Abdullatif Şener, Abdullah Gül, Necati Çetinkaya, Cemil Çiçek, Vecdi Gönül, Saffet Benli, makam şöförü Ramazan Sarı bu olayın tanığıdır. Kesinlikle inkar edemezler. Çetinkaya Mağazası açılısında konuyu Erdoğan'a anlatırken, bizzat çekilmiş resmimiz var. Hatta resmi bana Ömer Çetinkaya verdi. İnkar edemez kesinlikle. Kapatma davası için Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yakında geri adım atma hazırlığındadır. Zaten, orduyu susturmuş durumda.”

AİHM KARAR VERMEDEN AÇIKLANMALI !

Atatürk'ün gizli vasiyetinin açıklanmasının artık zamanının geldiğini anlatan

Meriç Tumluer bu konuda ilgililere şu çağrıda bulundu:

"Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri zor duruma düşmeden, TC'nin Dünyadaki itibarı zedelenmeden bu günkü yöneticiler Dünya konjektörünün de artık bu vasiyete müsait bir duruma geldiğini gördükleri için gerekli özeni göstermelidirler. Çünkü bu vasiyet içerisinde Türk-İslam Alemi ile ilgili yazılar var. Vatikan ve Musul, Kerkük, Ayasofya, 12 adalar, Kürt meselesi ile ilgili yazılar var. Bakın, Kürt meselesi AB ve ABD tarafından devamlı önümüze konuluyor. Bu gün Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin yapılanması söz konusu. Her ne kadar Türkiye'de bunu beceremeyeceklerse de, yarın yanı başımızda bir Kürt Devleti kurduklarında, elbette ki bir takım sıkıntılar yaşanacak. Etrafımızda kanayan yaralar var. Irak'ta Filistinde , her gün insanlar ölüyor. Dünyada devamlı açlık sıkıntıları ortaya çıkıyor. Atatürk'ün gizlenen vasiyeti başta “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”un uygulanması ile ilgili Türkiye'nin yer altı madenleri, Türk Gençlerinin geleceğini ilgilendiren Atatürk'ün Gelirlerinin tekrardan Atatürk'ün emrettiği gibi Türk gençliğinin eğitim ve öğretim hizmetine kullanılması ile ilgili bilgiler var. Üst düzey Devlet büyüklerimiz eğer açıklarlarsa bir sıkıntı yaşamazlar. Ama, AHİM karar verdikten sonra bir açıklama yaparlarsa sıkıntıya girerler.!

SONUÇ OLUMLU ÇIKACAK !
Davayı taşıdığı AİHM'de olumlu sonuç çıkacağına inandığını da ifade eden Tumluer sözlerini şöyle noktaladı:
"AHİM'e gönderdiğimiz dosyalar hukuk kurallarına uygun olduğu için ön incelemeden geçerek dosya numarası verildi. İçeriği ile ilgili hukuk dışı işlemlerin usulsüzlüklerini belgeleyecek. Burada bir yerde AHİM doğruları söylemek mecburiyetindedir. Çünkü burası tarafsız bir mahkeme. Her ne kadar Türkiye'ye karşı kararlarından değişik bir tutuma girdiyse de doğruları söyleyecek. Atatürk'ün vasiyeti ile ilgili konularda Vatikan'ı da ilgilendiren Avrupa ülkelerini de ilgilendiren bazı yazılan olduğu için AHİM, konu hakkında tarafsız karar vermek durumdadır."


MERSİNLİ Meriç Tumluer, edindiği bilgi ve belgelerle AİHM'e açtığı dava dilekçesinde gizli vasiyetin var olduğu iddiasını ise şöyle özetledi:
"Atatürk, 6 Eylül 1938'de Dolmabahçe Sarayı'nda iken yanında, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Ordinaryüs Prof. Neşet Ömer İrdelp olduğu sırada, İstanbul Beyoğlu 6'ncı Noteri İsmail Kunter'i makamına davet ederek, el yazısı ile yazmış olduğu vasiyetlerinin olduğu zarfı, kapalı bir şekilde, 3 yerinden kırmızı bal mumu döktürüp, mühürleterek, Noter Kunter'e 'Bu kapalı zarfta vasiyetlerim var, icap ettiği vakit, gerekeni yaparsınız' diyerek teslim etmiştir. Atatürk'ün 10 Kasım 1938'de vefat etmesinden sonra, vasiyetlerinin olduğu mühürlü olarak kapatılmış olan büyük zarf, Ankara 3'ncü Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından, 28 Kasım 1938'de saat 15.00'de bir heyet huzurunda açılarak içerisinde, bilinen fakat eksik açıklanan vasiyetnamesi ve kapalı vaziyette bir zarf daha çıkmış olup, bu zarf Ankara 3'ncü Sulh Hukuk Hakimi Osman Selçuk ve görevli bir heyet tarafından, 5 Ocak 1939'da, Ankara'da Ulus semtindeki Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Merkez Şubedeki özel kasalara, 50 yıl sonra, 10 Kasım 1988'de açıklanmak üzere konmuş ve yapılan işlemler mahkeme ve banka yetkilileri tarafından tutanaklara geçirilerek, karşılıklı imzalanarak kayıt altına alınmıştır. Kasaların kapıları kilitlenerek gününden önce açılmasını engellemek maksadı ile 50 yıllık süreç için kasaların kapısı özellikle kaynakla tutturulmuştur. 50 yıl sonra açıklanmayan, askeri, siyasi, coğrafi, ekonomik ve en önemlisi dini konularda, gelecek zaman içerisinde ülkemizde ve dünyada yapılması gerekenlerle ilgili olup, Nutuk'da yazmış olduğu, şifreli bilgilere haiz kendi el yazılarının olduğu resmi belgelerdir. Gizli Vasiyetname, 1988'den itibaren Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve MİT Müsteşarlığı tarafından bilinmektedir. Gizli vasiyetname İle ilgili 50 yıllık süre, 10 Kasım 1988'de açıklanması gerekiyordu. 7'nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren, bu konu ile ilgili hukuken bu vasiyeti açıklamak asli görevi olduğu halde, kamuoyuna hiç bir bilgi vermemiştir."

15 Haziran 2009 Pazartesi

Yorumsuz

Dans, ilk defa Kanuni zamanında Fransa'da yapılmaya başlanmıştı. O zaman Osmanlı İmparatorluğunun sınırları Avrupa’nın ortalarında idi ve Fransa'ya dayanıyordu. Bu dans denen “melanetin” ilk yapılmaya başlandığını duyan Kanuni, zamanın Fransa Kralına bir mektup yazdı. Kanuni'nin Fransa Kralına yazdığı tarihi mektup aynen şöyledir:

“Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han'ım. Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım.

Hemhudut olmaklığımız dolayısıyle, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali müvacehesinde Name-i Hümayunum elinize ulaştığından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat Ordu-yu Hümayunumla gelip men'e muktedirim!..”

Rivayete göre, Kanuni'nin bu mektubundan sonra Fransa'da yüz sene dans yapılmamıştır.


Muhammet Safi
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Uzmanı

13 Haziran 2009 Cumartesi

Yorumsuz

Taraf'ın haberine yayın yasağı!

enelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi, Taraf Gazetesinin bugünkü sayısında yer alan bir habere konu belgenin içeriği hakkında yayın yapma yasağı konulmasına karar verdi.

Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığının başvurusu üzerine Askeri Mahkeme’ce alınan kararda, bugün Taraf Gazetesinde yer alan ’AKP ve Gülen’i Bitirme Planı’ başlıklı habere konu iddia edilen belgeyle ilgili haberlerin, milli güvenliği, kamu düzenini ve kamu güvenliğini ilgilendirdiği belirtildi, ayrıca bu belgenin sızdırılması ve yayınlanması hususlarında soruşturma açıldığı hatırlatıldı.
Kararda şu ifadelere de yer verildi:
"Bu konuya ilişkin haberlerin, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığını etkileme ihtimalinin bulunması, ayrıca 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 157. maddesinde düzenlenen soruşturmanın gizliliğini ihlal etme ihtimalinin bulunması nedeniyle 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 28/4. maddesi uyarınca ve 5187 sayılı Basın Kanununun 3/2. maddesi uyarınca, soruşturma tamamlanıncaya kadar soruşturmayla ilgili belgelerin içeriği hakkında yayın yapma yasağı konulmuştur."(anka)

Yine Bir Öss

Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu 217.hafta basın açıklamasını, İzmit Sabri Yalım İnsan Hakları Parkında 13.Haziran 2009 günü saat 12.30 da yapıldı.MAZLUMDER Kocaeli şubesi yönetim kurulu üyesi Medine Küçüğün yaptığı basın açıklamasının konusu yarın yapılacak olan ÖSYM sınavlarıydı.Basın açıklamasında ÖSYM’nin, “başını aç, suyun al, yemini al öyle gel” şeklindeki başörtülü insanları,kendi özgür iradesi ile karar veremeyen sürüler gibi gören çağdışı yobaz anlayışa karşı tepki dile getirildi.

BASIN AÇIKLAMASININ TAM METNİ

217.HAFTA BASIN METNİ

Değerli halkımız, başörtüsüne özgürlük basın açıklamamıza hoş geldiniz.

Yarın 1,5 Milyona yakın üniversite öğrencisi adayı ÖSS için ter dökeceklerdir. Sınavlara katılmayı başarabilen tüm adaylara başarılar dileriz.Bu yılda sınava başörtülüler alınmamaktadır. ÖSYM’ nin tavsiyeleri dikkat çekicidir. İyi uyu, dinlen, suyunu yanına al, ama başı açık gel !.... Yasaklarla anılan ÖSYM acaba ne zaman insanların başındaki örtüye göre değil de kafasının içine bakmayı başarabilecek? .Başörtülülerin sınava girip, üniversitelerde okumasından acaba neden çok korkuluyor? Dini inancından dolayı başını örten kızlarımızdan ne istenmektedir? Acaba bu uygulamanın herhangi bir yasal dayanağı var mı? Yoksa bu keyfiyet ne zamana kadar devam edecek? İnsan haklarına aykırı olan bu yasak Avrupa Birliğine girmeyi planlayan bir ülkemiz için bir antidemokratik bir uygulama değilmi dir?

Bu yasak sadece sınavlarda da kalmıyor. Geçen haftalarda yine hastanede annesinin kıyafeti tesettürlü diye, kızının tedavisi ile ilgilenilmeyerek, insanlık suçu işlenmiştir. Bu tür vakalar toplumumuzda ayrımcılığın ne boyutlara vardığının bir göstergesidir.

Başörtülüler bu ülkenin 2.sınıf vatandaşlarımıdır ki? Sandıkta oyunu verir fakat Sandık başında görev alamaz, halkını temsil edemez. Çocuğunu yetiştirir de sınavlara girilmesine müsaade edilmeyip, cahil bırakılmak istenir. Okumak için başına peruk takarak bitirse de, işe girerken yine aynı yasakla karşı karşıya gelmektedir. Askere oğlunu kınalayıp gönderir de, yemin törenine tellerin arasından bakmak zorunda bırakılır.

Bu tür ayrımcılığa artık dur denmesi gelmiştir. Türkiye yasaklar ülkesi olmaktan, özgürlükler ülkesi olma yolunda doğru yüzünü çevirmelidir. AİHM’nin Türkiye’nin hem aile içi şiddeti hem de kadına karşı ayrımcılığı önlemede son derece yetersiz kaldığı ve bu nedenle alınan kararların Türkiye’nin aleyhine olması düşündürücüdür. Buradan tüm siyasi partilere sesleniyoruz. Yasak Türkiye’yi Dünya’da küçük düşürmektedir. Birlikte çözüm için bir şeyler yapın. Türkiye’nin beyin gücü ülkemiz dışına çıkmasın, anaların yürekleri kızları için yanmasın.

Bu meydanda yasak devam ettikçe tepkimizi koyacağız. Katıldığınız için hepinize teşekkür ederiz.



KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU adına

MAZLUMDER Kocaeli Şube Başkanı

Çetin TAHTACI

9 Haziran 2009 Salı

Meb' de durmak yok yola devam

Akp hükümeti' nin pardon Ak Parti Hükümeti' nin iktidara gelmesiyle Meb' de olan olayların sayısı artmaya başladı. Bu olaylara daha fazla dayanamayıp kaç dönemdir Meb Bakanı olan Hüseyin Çelik' i değiştirdiler ama olaylar devam etti. En son olarak ise Eşkişehir' de yaşananlar.

ESKİŞEHİR Cemal Mümtaz Anadolu Öğretmen Lisesi Müdür Yardımcısı S.K.’nın İngilizce sınavında öğrencilere Türkçe olarak Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Türkçe soru yönettiği, aynı lisenin coğrafya öğretmeninin de proje yarışması için Ankara’ya götürdüğü 4 kız öğrenciyi cemaat evinde konaklattırdığı öne sürüldü.

Eğitim-Sen Eskişehir Şube Başkanı Süleyman Solak düzenlediği basın toplantısında Cemal Mümtaz Anadolu Öğretmen Lisesi Müdür yardımcısı ve aynı zamanda İngilizce öğretmeni olan S.K.’nın İngilizce yazılı sınavında öğrencilere Türkçe olarak Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan sözleri sorduğunu iddia etti. Bir öğrencinin cep telefonuyla sınav soru kağıdının fotoğrafını çektiğini belirten Solak, S.K.’nın İngilizce sınavında öğrencilere Türkçe olarak ‘7. sözde anlatılan hakikatlerle ilgili aşağıdaki eşleştirmeyi yapınız’ şeklinde soru yönelttiğini ve şıklarda da A-Sabır ve Tevekkül. B-İbadet ve Takva. C- Şükür ve dua. D- Allaha ve ahirete iman ve E- şıkkında da Allahın eserleriyle tanıttırması şeklinde yanıtların bulunduğunu kaydetti. Eğitim-Sen Şube Başkanı Süleyman Solak şu iddialarda bulundu:

“Daha önce de gerici faaliyetlerin odağı olan Cemal Mümtaz Anadolu Öğretmen Lisesi’nde tarikatçı kadrolar çağdaş ve laik eğitimin içini boşaltarak, öğrencilerimizi karanlık düşünceleri ile zehirlemeye çalışıyorlar Okulun müdür yardımcısı ve İngilizce öğretmeni S.K., kendi derslerinde ve dersi boş geçen sınıflara girerek, Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’nı okuyarak daha sonra da bu kitaptan sorular soracağını ve özet anlatmalarını istemektedir. 21 Mayıs 2009 tarihinde ise 19 Mayıs kutlamaları sırasında İstiklal Marşı okunurken güldükleri gerekçesiyle öğrencileri odasına çağırarak, ‘Size ya disiplin cezası veririm ya da Said Nursi’nin kitabındaki bir bölümü ezberlersiniz’ şeklinde tehdit etmiştir. 3 Haziran 2009 tarihinde ise 9’ncu sınıflara uyguladığı İngilizce sınav sorularının birinde dersle hiçbir şekilde ilgisi olmayan Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan bir soru sormuş ve bu soruyu 100 puan üzerinden 10 puan ile değerlendirmiştir.”
Bu arada Cemal Mümtaz Anadolu Öğretmen Lisesi coğrafya öğretmeni E.A.’nın bir süre önce 4 kız öğrenciyi proje yarışması için Ankara’ya götürdüğü ve cemaat evi olduğu öne sürülen bir evde konaklattırdığı öne sürüldü. Ankara’ya giden öğrencilerden birinin velisinin şikayet dilekçesi vermesi üzerine Milli Eğitim Müdürlüğü’nün soruşturma başlattığı bildirildi. Aynı öğretmen hakkında bir süre önce okulda binbaşının eşi olan bir kadın öğretmeni sınıfta öğrencilere dinlettirdiği iddiasıyla soruşturma açıldığı öğrenildi.

İddialarla ilgili Cemal Mümtaz Anadolu Öğretmen Lisesi’ni telefonla arayan DHA muhabirine okul görevlilileri müdür Fehmi Gökmen’in izinli olduğunu ve yarın göreve başlayacağını, müdür yardımcısı S.K.’nın ise okul dışında olduğunu söyledi.

Şimdi serzeniştimizi yapalım. Niye Hüseyin Çelik' i değiştirdiniz. Onda da bu tür olaylar oldu, Nimet Çubukçu döneminde de oluyor. Tamam ortada dönen siyasi olayları anlamamak mümkün değil ama bari Meb' i haliyle gençlerimizi siyasi olaylara sürüklemeyin. Yoksa onları da mı siyasetinize alet ediyorsunuz?

Hayata ÖSS ve Sbs engeli

Günlerce yazdım, çizdim ama derdimizi anlatamadım. Artık karar verdim Taksim Meydanı' nda bağaracağım '' Öss denen şey yanlış diye''. Geçen arkadaşlarımla tartışıyordum. Onlar dedi ki '' Türkiye için Öss' den başka bir şey yapılamaz, hem bu kadar fazla genç nüfusu nasıl eleceksiniz? '' Bende tabi bir hışımla '' Amerika dünyanın en güçlü ülkesi gibi gözükmüyor mu? Evet. Peki genc nüfusu da bizden fazla. Onlar nasıl eliyor ise biz niye elemiyelim. Ya onlar yanlış biliyor ya da biz. Amerika'ya da Öss gelecek ya da bizim ki kalkacak ortada bir yanlış var. Amerika' nın Dünya' nın süper gücü diye tabir ediliyorsa demek ki bizim eğitim sistemimizde sorun var. '' tartışma böyle bitmek zorunda kaldı. Dersteki hocanın '' Sussssuuunnnnn!!! '' çığlığına daha fazla dayanamadık.

Artık Öss yetmedi bir de ergenlik çağına yeni girmiş gençlerimizi de Sbs denen şeylerle mahkum ediyorlar. Bugün Can Dündar' da köşesinde bize sahip çıkmış. ''Ergenliğimin dershane zulmünü çocuğumuz yaşamadığı, bu saçma yarışa girmeyi baştan reddettiği için de gururlandım. '' diyor. Ayrıca Sbs' de çıkan bir soruyu da ele alarak '' Bu kadar kazık bir soruyla baş edebilen tüm öğrenci arkadaşlarımın alnından öpmek istedim.'' diyor.

Bir de herkesin feryat ettiği bir soruyu “Liseye, üniversiteye girişte dershanelerin verdiği eğitim geçerli olacaksa, devletin ilkokuluna, lisesine ne gerek var?” ele almış. Ama malesef Can Dündar da sorunun cevabını veremedi. Aslında herkes gibi o da verdi de dile getiremedi getirse bile kim dinliyor ki.

09.06.2009

7 Haziran 2009 Pazar

3. Geleneksel Genç Siviller ÖSS Sınavı

Bütün yıl çalıştık didindik... ÖSS geldi çattı.
Her yıl yaptığımız gibi bu yıl da Genç Siviller Geleneksel ÖSS Sınavını sizlerden gelecek sorular ile hep birlikte hazırlıyor olacağız.
Aynı dil, aynı tarz yeni konular! Son bir yılda gündemimize girmiş bir çok olay, kişi sorularınıza ilham kaynağı olabilir.

Daha önceki dönem çıkmış OSS sorularına;
http://www.gencsiviller.net/haber.php?haber_id=50
http://www.gencsiviller.net/haber.php?haber_id=10
adreslerinden ulaşabilirsiniz. nbsp;

Sorularınızı oss@gencsiviller.net adresine bekliyoruz.

Kaynak ( Genc Siviller )

Başbuğ için mini ÖSS

Sayın Başbuğ'a yarınki basıln toplantısında başarılar diliyor, basın toplantısının ülkemiz ve bölgemiz için hayırlı olmasını diliyoruz. Bizim de 10 soruluk mini bir ÖSS'miz var. Bunları da cevaplarsanız memnun oluruz.

1. Mehmet Akif Ersoy İstikal Marşı şiirinde ‘şuheda fışkırıacak, toprağı sıksan şuhada’ demektedir. Şair bugün yaşasaydı bu dizeyi nasıl kaleme alırdı?

a) Şehitler fışkıracak toprağı sıksan şehitler
b) Petrol fışkıracak toprağı sıksan petrol
c) Cephanelik fışkıracak toprağı sıksan cephanelik.
d) Hepsi
e) Hiçbiri



2- 3 ve 4. Soruları bu paragrafta anlatılan ana fikre göre cevaplayınız.
‘Türkiye'de, 21. Yüzyılın 10. Senesinde bir 27 Nisan gecesi saat 23.30’da Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde hükumete muhtira verildi ve seçilmiş hükümet askeri darbe ile tehdit edildi.’


2. Butür muhtıralar, Türkiye’nin dışında aşağıdaki hangi ülkelerde olabilir?

a) Pakistan
b) Fiji
c) Mynmar
d) Sudan
e) Hepsi



3. Muhtıranın 21. Yüzyılda verilmiş olması nedeniyle, bu yapılanın hangi yönü yüzyılın gerekleriyle birebir örtüşmektedir?


a) Geceyarısı verilmiş olması
b) İnternetin kullanılmış olması
c) Muhtıra için nisanın seçilmiş olması
d) Muhtıra verilmiş olması
e) Türkiye’de olması



4. Aynı tarihlerde, Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı sitesinden de benzer bir muhtıra verilmiş olsaydı, muhtırayı verenler bugün hangi konumda olurdu?

a) Emekliliği gelen emekli olur, atanması gereken atanır, genelkurmay başkanı olurdu.
b) Hiç bir şey olmamış gibi ortalıkta dolaşırlardı.
c) Hükümet kendine çeki düzen verirdi.
d) Erken seçime gidilirdi.
e) Emri veren Genelkurmay Başkanından bilgisayarın ‘enter’ tuşuna basan askere kadar bu emir komuta zincirindeki herkes hapishanede duruşma günlerinin gelmesini bekliyor olurdu.



5. Cephaneyi bol bulup toprağa gömen ülkeler sıralamasında en önde olan aşağıdakilerden hangisidir?


a) Monaco
b) İran
c) Peru
d) Türkiye
e) İtalya


6. 14 Nisan 2009 tarihinde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ şu açıklamalarda bulunmuştur “Devlet, Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen isyanlar nedeniyle alt/ikincil kültürel kimliklerin üst/ortak birincil kimliğin önüne geçmesi ihtimaline karşı elbette bazı tedbirler almıştır. Alınan bu tedbirleri asimilasyon politikası olarak değerlendirmek doğru değildir.”

Bu bilgiler ışığında bu tedbirlere ne ad verilir?

a) Tam anlamıyla asimile politikası değil “ne kadar asimile olduysa” politikası
b) Ülkenin milli birlik ve bütünlüğü için bu tedbirlere ad koymama politikası
c) Alt/ikincil kültürel kimlikler isyan ettiklerinden dolayı bir daha isyan etmelerini engelleme politikası
d) Asimile etmeden (!) etnik bir yapı inşa etme politikası
e) Hepsi


I. Akademide emir-komuta zinciri geçerlidir
II. Klasik realizm, liberal teorinin ve yapısalcı akımın üstüdür
III. Eliot Cohen kıdemli uzman bir klasik realist düşünürdür
IV. Samuel Huntington’ın Harvard Üniversitesi’ne tayini çıkmıştır

“Sivil-asker ilişkileri üzerinde oluşan akademik literatürde Samuel HUNTINGTON, Morris JANOWITZ ve Eliot COHEN gibi klasik realist düşünürlerin yanı sıra liberal teori ve yapısalcı akımların da etkisi görülmektedir. Akademik anlamda da, bilim adamları, düşünürler ve bu
işin profesyonelleri arasında çeşitli uzlaşmazlık alanları mevcuttur.”

7. Bu paragrafa göre yukarıdaki önermelerden hangileri söylenebilir ?

a-) I,II
b-) III, IV
c-) II, III, VII
d-) tuzak şık
e-) Komutanım bilir

“Weberian bürokratik yapılanma ve iş dünyasındaki yönetişim yapılanmalarındaki profesyonellikten farklıdır.”

8. Bu cümlede geçen “Weberian” ifadesi hangi dildedir ve ne anlama gelmektedir ?

a-) İngilizcedir ve Weber fan club üyeleri demektir
b-) Türkçedir ve Weber’in dostu kalanlar, Weber’e düşman kalmayanlar demektir
c-) Ermenicedir, Weber Erzincan’lı Ermeni bir dokuma ustasıdır
d-) Genelkurmaycadı r ve herhangi bir anlama gelmemektedir
e-) Rusçadır, yönetişim yapılanmasındaki profesyonellikten farklı demektir

9. Montesquieu kimdir, devresi ve rütbesi nedir ?

a-) Aydınlanmacı düşünce sisteminin teorisyenidir, 1 Numaradır
b-) Batı Çalışma Grubu’nun üyesidir
c-) İlker Başbuğ’un değerli silah arkadaşıdır
d-) Fransız ordusundan yüzbaşılıktan emekliye ayrılarak Paris üniversitesinin rektörlüğüne geçmiştir
d-) Kıdemli uzman başçavuştur, erlerin köylerine mektuplarını yazmaktadır

“Demokrasi aslında, halk egemenliği ve halk iradesinin siyasallaşmasıdır. Buna rağmen siyaset bilimi literatüründe demokrasinin ortak bir tanımı olmadığı da bilinmektedir. Bu konuda tartışmalar sürmektedir. Tanımsal zorluğunun yanı sıra demokrasinin sürekli kendisini zamanın ruhuna ve şartlarına uygun olarak yenileyen ve geliştiren bir sistem olduğu da unutulmamalıdı r.”

10. Bu paragraftan aşağıdakilerden hangisi çıkartılamaz ?

a-) Bazı demokrasi teorisyenlerine göre demokrasiye arada balans ayarı yapmak gerekir
b-) Postmodern darbe darbe sayılamaz, darbeciktir
c-) Demokrasinin ortak tanımı olmadığına göre herkesin demokrasisi kendinedir
d-) En doğru demokrasi tanımına TSK sahiptir
e-) Ordunun görevi demokrasiyi tanımlamaktır

Kaynak ( GencSiviller)

‘’ Evrensel’’ sözcüğü üzerine

Bildiği üzere şu günlerde Türkçe Olimpiyatları adı altında şarkı yarışması yapılıyor. Dünya’ nın çeşitli yerlerinden getirilen çocuklara Türkçe şarkılar, şiirler ezberletiyorlar. Dünya’ nın dört bir yanından getirilen bu çocuklara etkilenmemek elde değil doğrusu.

‘’ Türkçe’ yi evrensel dil yapacağız ’’ misyonu etrafında toplanan kişiler bu yarışmayı düzenliyor. Düzenliyor, düzenlemesine de ‘’ evrensel ‘’ kelimesinin anlamını bilmedikleri fikrindeyim. Türkçe Olimpiyatları yarışmasındakiler ‘’ evrensel ‘’ kelimesini bilmiyorlar. Evet bilmiyorlar!! Evrensel, herkes demek, ayrım yapmadan herkes. Ama gelin görün ki evrensel sözcüğüne gizlenen bu şahısların seçtiği kişileri inceleyelim.

Seçilen tüm çocuklar yurt dışındaki Gülen Cemaati’ nin yapmış olduğu okullarda okuyan Müslüman çocuklar. Yani farklı okullardan değil veya farklı dinlere mensup değil hepsi aynı çatı altında birleşiyor. Bence yarışmanın adını ‘’ Gülen Gövde Gösterisi’’ veya ‘’ Müslüman Çocuklar Türkçe Olimpiyatları ‘’ olarak değiştirilmeli.

Türkçe’ nin ‘’ evrensel ’’ dil olması tabi ki de herkesin hoşuna gider. İngilizce otoritesinden kurtulmak ‘’ evrensel ’’ dil olmak tabi ki de hoşlanacağımız şeyler ama sadece Müslüman kesimlerce değil diğer dinlere de mensup belki de dini olmayanlara bile seslendiğimizde ‘’ evrensel ’’ dil olacağız belki de yarışmadakilerin bir başka değişiyle ‘’ sevgi dili ‘’ .

Ama bu tür şeyleri yapmamız için çeşitli tabuları yıkmamız lazım. Ne yani şimdi Gülen olmasa bu kadar kişi Türkçe öğrenemeyecek miydi. Gülen’ e kızsak mı tebrik mi etsek ne yapacağımızı hakikaten şaşırmış durumdayız. Evet ortada Dünya’ nın dört yanının Türkçe konuşması bir yanda olayın yanlı yapılması. Duruma bir şey yapmadan sessiz mi kalacağız. Hayır…. Kuzu kuzu meee licekmiyiz. Hayır….

Öyleyse ne yapacağız ilk önce ‘’ evrensel ‘’ sözcüğünü öğreneceğiz. Daha sonra böyle bir yarışma düzenleyeceğiz. İlk adımı atalım gerisi gelir.

07,06,2009

Elektronik mühendisine 'İş-Kur' şoku!

Sivas’ta yaşayan Elektronik Mühendisi 29 yaşındaki Hayrettin Bulut, iş bulma umuduyla başvurduğu İş-Kur’dan kedisine ‘Cilt bakımı ve güzellik elemanı kursu’ için davet yapıldı. Üstelik davet mesajı, başvuru süresinin bitiminden bir hafta sonra eline ulaştı.
Erciyes Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden 2004 yılında mezun olan ve 2 yıl Viyana Teknik Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi aldıktan sonra Türkiye’de iş aramaya başlayan Hayrettin Bulut, çabalarından sonuç alamayınca geçen yıl İş-Kur Müdürlüğü’ne başvuru yaptı. Uzun bir süre herhangi bir çağrı almayan Hayrettin Bulut’a 5 Haziran’da kurumun internet sitesinden bir mail geldi. Büyük bir heyecanla maili açan Hayrettin Bulut, gördüğü çağrı karşısında şaşırdı. Gelen mesajda elektronik mühendisi genç, istihdam garantili işgücü yetiştirme kurs programı çerçevesinde ‘Cilt bakımı ve güzellik meslek elemanı’ kursuna davet ediliyordu. Bir süre buna anlam veremeyen ve işsizlik ortamında kabul edebileceğini düşünen Bulut, mesajı incelediğinde ikinci şoku yaşadı. 5 Haziran 2009 tarihinde gönderilen mailde Bulut, 28 Mayıs 2009 tarihinde İstanbul İş-Kur Şişli Şube Müdürlüğü’ne görüşmeye davet ediliyordu.
Üst üste iki şoku yaşayan Hayrettin Bulut, işsizlik ortamında cilt bakım kursuna gitmeyi düşündüğünü belirterek, şunları söyledi:
“Elektronik mühendisi birine cilt bakımı ve güzellik kursu önermişler. İlk başta şaşırdım ama işsizlik ortamında bir alternatif olabilir umuduna kapıldım. Ancak görüşme tarihine baktığımda şoke oldum. Görüşme için davet edilen günden 8 gün sonra bana e- mail gönderilmiş. Zamanı geriye döndürme şansım olmadığı için görüşmeye gidemedim. Zamanı 8 gün geri götürebilme yeteneğine sahip olsam niye iş arayayım ki? Bu olayı yaşadıktan sonra iş bulma umudum iyice kırıldı. İnsanların son bir umut olarak güvenip başvurduğu İş-Kur bunu yaparsa, biz nasıl sorunlarımıza çözüm bulacağız.”

6 Haziran 2009 Cumartesi

Names for a much-travelled bird

Names for a much-travelled bird

About 1530, a new dish began to be put on English tables, a fowl a little larger than the traditional goose, but with a lot more meat and a refreshingly new taste. This bird had been brought to England by merchants trading out of that area of the eastern Mediterranean called the Levant but whom the English called “Turkey merchants” because that whole area was then part of the Turkish empire. The new bird was therefore called a “Turkey bird”, or “Turkey cock”. Within a few years it had become a favourite and familiar domestic fowl, to the extent that, sixty years later, Shakespeare knew his groundlings would understand the reference to the turkey’s aggression display of blowing out its breast and strutting when he described the posturings of Malvolio in Twelfth Night:

SIR TOBY BELCH: Here’s an overwheening rogue!
FABIAN: O, peace! Contemplation makes a rare turkey-cock of him; how he jets under his advanced plumes!

The interesting thing about the mistake over the turkey’s origins is that the English were the only people to believe they came from Turkey; nearly everyone else, including the Turks, thought they originated in India, or at least in the place they then thought was India. Turkeys actually came from Mexico and were first brought back from there about 1520, at a time when that area was called The Spanish Indies or the New Indies, illustrating the confusion in people’s minds about the true location of this new land that Columbus had found. As a result, a lot of European languages, as well as others like Arabic and Hebrew, called it something like the “bird of India” (for example, indianischer Hahn in old German).

But in a few languages, including Danish, Dutch, Finnish and Norwegian, the bird was named instead as coming from Calicut (Dutch kalkoense hahn, Danish kalkun), which is a seaport on the Malabar coast of India, the same place after which calico is named. As the turkey didn’t reach India for about a hundred years after its European introduction and naming, this looks mysteriously specific. But there may be an explanation. The turkey was introduced into Europe only about twenty years after the Portuguese explorer Vasco da Gama had pioneered the route round the Cape of Good Hope, up the east coast of Africa and across to India, where he landed in 1498 — at Calicut. It could be that people made the connection “bird of India” = “bird of Calicut” because they had heard about the Portuguese explorations and mistakenly thought the bird had been brought back from there, instead of the New Indies.

To compound the difficulties the English had with this immigrant, at about the same time, the 1530s, Portuguese merchants reintroduced the guinea-fowl from West Africa, which had last been seen in England at the time of the Romans. As it was the same Levant merchants who brought this into the country, the guinea fowl was also known for a time as the Turkey bird, though this confusion didn’t last long. For example, the heraldic arms granted to William Strickland in 1550 featured “a turkey-bird in his pride proper” and the bird shown is quite definitely a proper turkey. The only surviving instance of this confusion between the turkey and the guinea-fowl — but it’s a big one — was caused by Linnaeus; when he invented the new generic name for the turkey and its relatives he called it meleagris, which had been the name in classical Rome for ... the guinea-fowl.

As an aside to this, and to illustrate the total confusion over its origins by everyone, when the turkey did arrive in India, it was brought there via the Spanish possessions in the East Indies, and one name for it was the “Peru bird”, most probably because that was what the Portuguese, with their strong colonial presence in India, called it; still quite wrong, because there were no turkeys in Peru, but at least they had the right area of the world.

And the domestic turkey was re-introduced into North America from Britain, taken there circuitously by the colonists of New England and Virginia, who were surprised to find it living there wild. Benjamin Franklin once suggested its wild cousin should become the national bird of the United States. If of any country, it should be Mexico of course, but because of its wide travels and the total confusion over its origins, perhaps instead the turkey ought to be the official bird of the world.

http://www.worldwidewords.org/articles/turkey.htm

5 Haziran 2009 Cuma

İngilizcede neden hindiyle eş anlamlı kelime seçilmiş?

Başlığın abukluğunu düşünenler haklılar. Dikkat çekmek için yapıldığını düşünmeyin yeter.

hindi22yo1Konu defalarca akla gelen bir sorunun benim de aklıma gelmesinden ibaret. Hatta buna kızanlarımız da oluyor. Örneğin Ruhat Mengi linkten ulaşabileceğiniz yazıda, “Republic of Türkiye” diyebileceğimizi söylemiş. İşi abartanlar da ” Hindi olmaktan kurtulalım” başlıklı makaleler yayınlamışlardı.

Bu noktada Yılmaz Erdoğan‘ın Cebimdeki Kelimeler adlı gösterisini izleyenler bilir.Diyordu ki Y. Erdoğan, ’Hindi’nin aslında sembol olarak kullanılabileceğini ve Türkiye’nin bundan yararlanabileceğini öne sürmüştü. ’Hindi’yi Türkiye’nin maskotu ve reklamı olarak kullanmanın akılcı olacağını savunmuştu. Evet biz hindiyiz ve en güzel hindi de bizde yetişir diyerek en azından noelde bir milyon hindi satabiliriz diyerek konuya esprili bir dille yaklaşmıştı. Hatta Sy. Erdal İNÖNÜ çıksa dese ki biz hindiyiz, kim derdi ki O’na -”sen yalan

Önce internette ufak bir araştırmayla ulaşabileceğiniz bir metni ekliyorum ki bu metin gruplar arasında e-posta olarak da gönderiliyor.
Giancarlo Casale, araştırmayı yaptığı sırada Harvard Üniversitesi doktora öğrencisi.


İnternet üzerinde bulunan metni teyit ettirmek için kendisine e-posta yoluyla ulaşma fırsatım oldu. Yazdığım mektupa daha aydınlatıcı bilgiler istedimse de cevabında elindeki bilgilerin bu kadar olduğunu yazmış ve eklemiş facebook üzerinde bu konuyla ilgili gruplar var. Açıkcası facebook kullanıcısı olmayan hatta hazzetmeyen biri olarak utandım. Meğer ne güzel işlere de yarıyormuş bu tarz sosyal platformlar.

Konuşan hindi (Turkey): Memleketi Amerika olan bu kuşun adını Doğudaki bir ülkeden nasıl aldığının hikayesi.


Hindi adını nereden aldı acaba? Bu zararsız soru bir sabah aklıma düştü ve noel tatilinin yaklaşmakta olduğunu farkettim. Öncelikle hindiden daha Amerikan hiçbir şey olmadığını düşündüm. Eti bu kıtaya gelen ingiliz göçmenlerini açlıktan kurtarmıştı. Minnettarlığımızı belirtmek için (eğer buna minnettarlık denilebilirse) her şükran gününde ve noelde “turkey” yiyoruz, yıl boyunca da sandviç arasında götürüyoruz. Peki nasıl oldu da, bu yaratık adını orta doğudaki bir ülkeden aldı? Tesadüf müydü? diye kendime sordum ve araştırmaya başladım.
Bir sonraki gün bunu brezilyalı ev sahibime anlattığımda, bana portekizcede bu hayvana peru dediklerini söyledi. Aynı kuş ama farklı bir ülke..


Merakım artmıştı ve olayın kaynağına inmek istedim. Aynı öğleden sonra bir Türk buldum ve bu hayvanın Türkçedeki adını sordum. Hindi.. Hindistandan geliyor dedi bana. Hindistan? İşler iyice karışmaya başladı.
Sonraki günlerde bu kuşun adını diğer dillerde aradım ve bulduğum sonuçlar oldukça şaşırtıcıydı. Araplar “etiyopya kuşu”, yunanlılar “fransız kızı”, iranlılar da “bukalemun” diyorlardı hayvancağıza.
İtalyanlar ise kuşun adının türk mısırından geldiğini söylüyorlar. Gene Türkiyeye döndü muhabbet! Türk arkadaşım da mısır kelimesinin kendi dillerinde aynı zamanda bir ülke olduğunu söylemesin mi. İyice kafam karıştı.
Olay çığrından çıkmak üzereydi ama ben araştırmaya devam ettim. Fransızcada kuşun adı “dinde”, yani “Hindistandan gelen” anlamına geliyor, Türkçede olduğu gibi. Kelime Almanca ve Rusçada da benzer anlamlar taşıyor. Sonunda sonuca doğru ilerlediğimi düşündüm ve bir arkadaşımın Hindistanlı karısını aradım, acaba Hindistanda bu hayvana ne diyorlardı?


Hmm dedi, bizim ülkede hindi (turkey) yoktur. Amerikadan geliyor, herkes bunu bilir?
dedim evet, ama bi ismi olması lazım dilinizde. televizyonda film oynarken aktörler hindiler hakkında konuşursa, bunu çevirmeniz gerekir dilinize, öyle değil mi?
o zaman sadece amerika?da kullanılan kelimeyi söyleriz, “turkey” deriz heralde
dedi.


İşte o an anladım ki sonuca tek başıma ulaşmam imkansızdı. Profesyonel yardıma ihtiyacım vardı. Harvard Üniversitesinde türkoloji profesörü Şinasi Tekinle konuyu görüşmek için randevu aldım.
Ofisine doğru gittiğimde pişman olmayacağımı anlamıştım bile. Prof. Tekin ermiş bir yüze ve beyaz bilgili bir sakala sahipti. Odasında bir yığın kitap vardı ve sorumun cevabının burada olduğunu biliyordum. Sorumu sordum ve profesör Tekinin yanıtını dinlemeye başladım.
Türkiyede köylerde bir kuş vardır, adına çulluk denir. Hindiye benzer ama daha ufaktır ve eti çok daha lezizdir. Amerikanın keşfinden çok zaman önce ingiliz tüccarlar bu leziz çulluğu keşfedip İngiltereye götürmüşlerdi ve gayet ilgi gören bu hayvana “Türk kuşu” ya da “turkey” demişlerdi. Daha sonra İngilizler Amerikaya gidince, oradaki kuşların da çulluk olduğunu düşünüp yanılgıya düşmüşlerdi. Fakat dünyadaki diğer ülkeler bu yanılgıya düşmediler. Onlar bu kuşun Amerikadan geldiğini biliyorlardı, ve kuşa “hint kuşu”, “peru kuşu”, “etiyopya kuşu” adını verdiler. O zamanlar “hindistan, peru ve etiyopya yeni kıta Amerika için verilen isimlerdi, insanların coğrafya bilgisi o zaman gelişmemişti ve Amerika isminin yaygınlaşması uzunca bir süre aldi.


Amerikalilar kuşlarını tüm dünyaya ihraç ettiler ve hatta Türkler de hindiyi yemeye başladılar. Kendi lezzetli çulluklarını çoktan unutmuşlardı. Bu oldukça üzücü, çünkü çulluğun eti çok daha lezzetlidir.
Hindi Amerika’nin keşfi ile dünyaya yayılmış olmasına rağmen Türkçe’deki Hindi kelimesinin Columb’un Amerika’yı Batı Hint Adaları sanması ile bir ilgisi yoktur. Çünkü yine hindiye benzeyen ve Afrika kıtasına ait olan bir kuş olan Gine tavuğu Türkler tarafından eskiden beri bilinmekteydi ve çeşitli kaynaklara göre Hint tavuğu olarak da bilinen bu kuşa halk arasında Hint illerinden gelen kuş manasında Hindi kuş da denilmekte idi. Keşiften sonra ise halk gine tavuğuna benzerliği yüzünden hindiyi de aynı isimle çağırmaya başladı.İngilizce’de ise Turkey olarak anılan hindiye bu ismin verilmesi de buna benzer bir şekilde olmuştur. Keşfin yapıldığı yıllarda Akdeniz ticareti leventlerin elinde idi. Dolayısıyla yeni kıtadan gelen hindiler de İngiliz halkına leventler tarafından ulaştırılıyordu. Hatta bu sebepten leventler İngilizce’de “Turkey merchants” (Hindi tüccarları) olarakta anılırdı. Türkler tarafından getirilen bu yeni kuşun adına da halk Turkey bird (Türk kuşu) veya Turkey cock (Türk horozu) ismini vermekte gecikmemiştir. Aslında keşiften önce de yine Osmanlı denizciler tarafından İngiltere’ye getirilen Gine tavuğu da bir süre Turkey bird olarak anıldıysa da daha sonra Linnaeus tarafından başlatılan bu karmaşa çözülmüştür.

http://blog.virgullu.com/2009/05/24/turkiye-ismi-nereden-geliyor-turkey-ingilizcede-neden-hindiyle-es-anlamli-kelime-secilmis/ ( sitesinden alıntı)

İfade özgürlüğü için Nedim Gürsel ve İrfan Sancı'ya dayanışma ödülü

Türkiye Yayıncılar Birliği'nin 'Düşünce ve İfade Özgürlüğü' ödülü, kitapları hakkında dava açılan yazar Nedim Gürsel ile, yayıncı İrfan Sancı'ya verildi. Yayımlanan raporda, bir yıl içinde 63 kitap hakkında 'işlem' yapıldığı görüldü



İSTANBUL - Her yıl bir daha verilmemesi dileğiyle Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından verilen Düşünce ve İfade Özgürlüğü ödülleri önceki gün sahiplerini buldu. Taksim Hill Otel’de düzenlenen törende yazar Nedim Gürsel ve yayıncı İrfan Sancı’ya ödülleri verildi. Her yıl bir kitapçıya verilen ödül ise, Şanlıurfa’da 54 yıldır kitapçılık yapan Naci İpek’e verildi.
Allah’ın Kızları adlı romanı hakkında bazı ifadelerle, “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik ettiği” ve “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağıladığı” iddiasıyla altı yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı. Kitap hakkındaki mahkeme süreci halen devam ederken şikayetçi olan Ali Emre Bukağılı’nın başvurusu üzerine Diyanet İşleri Yüksek Kurulu da bir rapor hazırlamış, raporunda kitabı üslup açısından “alaycı” bulurken, “eleştiri sınırlarının da aşıldığı” yorumunu yapmıştı. Gürsel aleyhindeki dava yabancı basının ve yazarların da ilgisini çekti. Aralarında Nobel Ödüllü Jean Marie Gustav Le Clezio’nun da bulunduğu 16 yazar, Nedim Gürsel aleyhine başlatılan hukuki işlemlere son verilmesini isteyen bir bildiri yayımladı. Bu yazarlar arasında Bernard Henri-Levy, Edgar Morin, Tahar Ben Jelloun, Tzvetan Todorov gibi isimler yer aldı.
Nedim Gürsel ödülü alırken yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Dünya edebiyatının en yetkin romanlarından Madam Bovary, döneminin ahlak kurallarını çiğnediği gerekçesiyle toplatılmış, hakkında dava açılmıştı. Yargıcın ‘Kocasını aldatan bu ahlaksız kadın da kim?’ sorusna Flaubert’in verdiği yanıt çok anlamlıdır: ‘Benim!’ Oysa fotoğraflarından biliyoruz, Fransız yazarın pos bıyıkları ve iri gövdesiyle kadın kahramanına benzemediği açıktır. Ne var ki romanın arkasında durmayı bilmiştir Flaubert. Romanım Allah’ın Kızları’nın yargılanma süreci halen devam ediyor. Bu bağlamda ‘Düşünce ve İfade Özgürlüğü’ ödülünü almaktan onur duyduğumu belirtmek isterim. Yayıncılar Birliği’nin bu ödülü benim şahsımda yargılanan, mahkum edilen, susturulmak istenen tüm yazarlara verdiğini düşünüyorum. Türkiye düşünce özgürlüğü alanında iki adım ileri bir adım geri atıyor. Mahkemenin hiçbir talebi olmadığı halde Diyanet İşleri’nin durumdan vazife çıkartırcasına bir edebiyat yapıtını suçlamasını da laik bir cumhuriyet olan ülkemizde son derece üzücü buluyorum.”

‘Apollinaire porno mu?’
Sel Yayınları’nın yayımladığı ‘Cinsel’ başlıklı dizinin üç kitabı hakkında dava açılmıştı. Ben Mila’nın ‘Perinin Sarkacı’, Guillaume Apollinaire’in ‘Genç Bir Don Juan’ın Maceraları’, Fransız P.V.’nin yayıma hazırladığı ‘Görgülü ve Bilgili Bir Burjuva Kadınının Mektupları’ hakkında ‘müstehcenlik’ davası açıldı. Aynı diziden ‘Kukular Kitabı’ hakkında da soruşturma açılmıştı. Yasanın ‘sanatsal ve edebi değeri olan eserlerin müstehcenlikten yargılanamayacağını’ belirtmesine rağmen mahkemelik olan yayınevi yöneticisi İrfan Sancı, bilir kişi raporuna karşı çıkmış ve “Birilerinin ‘edebiyat eseri değildir’ demesiyle dünyaca ünlü şair, yazar Guillaume Apollinaire porno yazarı mı olacak?” diye tepkisini dile getirmişti.
Önceki günkü ödül töreninde de İrfan Sancı şunları söyledi: “Beni en çok sevindiren şu: Erotik edebiyata yönelik baskının da düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı içinde görülüp ödüllendirilmesi. Kitabı mahkum eden, edebi eser değildir diye üniversitelere raporlar verirken bir meslek birliğinin tam tersi şekilde ona ödül vermesi, baskıya karşı yayıncının yanında durması, sevindirici. Bir kitabın edebi eser olup olmadığının tartışma yeri mahkeme olmamalı!”

‘Zihniyetler değişmeli’
Törenin ardından her yıl olduğu gibi Ragıp Zarakolu’nun hazırladığı ‘Yayımlama Özgürlüğü Raporu’, Yayıncılar Birliği Genel Sekreteri Metin Celal tarafından okundu. Raporun sonunda, yer alan ‘yargılanan kitaplar’ listesinden, son bir yıl içinde Türkiye’de 63 kitap hakkında soruşturma, dava açıldığı toplatma kararı alındığı görüldü. Rapor, son dört yılda bu tür kararların arttığını vurgularken, son yıllarda ‘bandrol’ün de kitapların matbaada basım aşamasındayken toplatılmasıyla sonuçlanan yeni bir baskı aracına dönüştüğü savunuldu. Rapora göre Türkiye’de kitaplar terörle mücadele yasası, TCK 301, suçu ve suçluyu övmek, Şapka ve Harf Devrimi Kanunu, dini değerleri aşağılama, kişiliğe hakaret, soruşturmanın gizliliğini ihlal, müstehcen yayın gibi sebeplerle kovuşturmaya uğradı.
Sonuç bölümünde temel hak ve özgürlükler, düşünce ve ifade özgürlüğü alanında gerekli yasal değişiklikler kadar yöneticiler arasında bir zihniyet değişiminin de sağlanması gerektiği özellikle vurgulandı. (Kültür Sanat)

Obama o olmadan ne yapardı?


Barack Hüseyin Obama, emperyalizmin başkentinin başkanı seçildiğinden beri gündemlerimizi işgal ediyor. Gerek sempatikliğiyle gerekse konuşmalarıyla tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Konuşma demişken Obama, konuşmalarıyla oldukça dikkat çekmeyi iyi biliyor. İstanbul ve TBMM ‘ de yaptığı konuşmalar sanırım hala kulağımızdadır.

Şimdi de ise Obama, beklenen İslam Dünyası’ nı ilgilendiren konuşmasını yaptı. Yine günlerce konuşulacak cinstendi. Lakin Obama’ nın eğitim hayatı bir yana, bu konuşmaları kendisinin yazmadığı ortaya çıktı. Yani çıkıp o okuyor, alkışları o alıyor ama yazıyı yazan başkası.

Sizce önemli olan konuşmayı yapan mı, yoksa yazan mı?

Peki kim bu gizli melek?

Obama’nın Kahire’deki konuşmasını kaleme alan isim 31 yaşındaki Ben Rhodes...

Obama’nın TBMM’deki konuşmasını da yazan Rhodes, metin için İslam’la ilgili birçok kitap okudu, Ortadoğu uzmanlarından hatta Arap iş adamlarından görüş aldı.

Obama’nın Kahire’de yaptığı ve milyonlarca insanın televizyon başında canlı olarak dinlediği konuşmanın arkasında, 31 yaşındaki Ben Rhodes bulunuyor. Beyaz Saray’da Obama’nın konuşmalarını yazan dev bir ekibin üyesi olan Rhodes, özellikle Ortadoğu konularında uzman. Üniversiteden mezun olduktan sonra New York’ta yerel politikacıların kampanyalarında çalışan Rhodes, 2002 yılında Washington’da bir milletvekilinin danışmanı olarak işe başladı. 2 yıl önce de Obama’nın seçim kampanyasına katıldı. Rhodes, beklenen Müslüman açılımı konuşmasını yazmak için Obama’nın başkan seçildiği günden itibaren onu bir gölge gibi izledi. CIA’in Obama’ya verdiği brifinglere katılarak onun Ortadoğu ile ilgili düşüncelerini en ince detayına kadar öğrendi. Bu süre içinde İslam tarihi, Müslümanlığın yayılmasıyla ilgili birçok kitap okudu. Ayrıca, başta Ortadoğu ve İslam uzmanları olmak üzere, Arap iş adamlarından bile görüş aldı. Kahire gezisine 3 hafta kala da, Rhodes ve Obama, gece geç saatlere kadar Beyaz Saray’da kapalı kapılar arkasında yapılan özel toplantılarla konuşmayı hazırladı. Konuşma metnine son rötuşlar ise, iki gün önce Obama’nın ekibinin Riyad’da kaldığı oteldeki özel süitinde yapıldı. Obama’nın Ankara’da TBMM’ye hitaben yaptığı konuşmayı da hazırlayan Rhodes, tüm metni Başkan’ın tavsiyeleri ve eleştirilerini dikkate alarak yazıyor.

Acaba Obama o olmadan gerçekten Obama olabilir miydi?

05,06,2009

1 Haziran 2009 Pazartesi

ÖSS, sinir hastası yaptı

Türkiye KAMU-SEN Konfederasyonu’na bağlı Türk Eğitim-Sen tarafından yapılan araştırma, ÖSS nedeniyle gençlerin büyük bölümünün kaygı, endişe, stres, sinir, alınganlık ve konsantrasyon bozulduğu gibi sorunlarla karşılaştığını da gözler önüne serdi.


Türk Eğitim-Sen, Ankara, İzmir, Kocaeli, Samsun, Erzurum, Mersin ve Kırşehir illerinde toplam 1100 lise son sınıf öğrencisi üzerinde ÖSS ile ilgili bir anket çalışması gerçekleştirdi. ÖSS’ye sayılı günler kala, anketten çıkan sonuçlar ÖSS’nin öğrenciler üzerinde nasıl bir etki yaptığını gözler önüne serdi.
Ankete göre öğrencilerin büyük çoğunluğu ÖSS’ye dershaneye giderek hazırlanıyor. Üniversite sınavına dershaneye giderek hazırlandığını söyleyenlerin oranı yüzde 68.5, sadece okulda aldığı eğitimle sınava hazırlandığını belirtenlerin oranı yüzde 19.3, hem dershaneye gittiğini hem de özel ders aldığını ifade edenlerin oranı ise yüzde 8.5 oldu. ÖSS’ye girmeyecek öğrencilerin oranı ise yüzde 3.7.



ÜNİVERSİTE KAZANAMAYAN YENİDEN DENİYOR
Ankete katılan gençlerin yüzde 55’i ÖSS’nin nitelikli bir eğitim almak ve iyi bir kariyer yapmak için gerekli olduğunu düşünürken; yüzde 32.2’si ÖSS’yi yaşamının dönüm noktası olarak nitelendiriyor. Gençlerin yüzde 5.5’i ÖSS’nin ailesini mutlu etmek için önemli olduğunu ifade ederken, sadece yüzde 1.8’i ÖSS’nin bilgi düzeyi ve performansı ölçtüğüne inanıyor. "ÖSS’nin benim için herhangi bir önemi yok" diyenlerin oranı ise yüzde 5.5. Araştırmaya göre, ÖSS’de bir üniversiteyi kazanamayan gençlerin yüzde 71.5’i yeniden sınava hazırlanıyor. Gençlerin yüzde 16.9’u hem sınava hazırlanıp hem çalışırken, yüzde 11.6’sı ise üniversite sınavına bir daha girmeyi düşünmüyor.


ÖSS GENÇLERİN PSİKOLOJİSİN BOZUYOR
Araştırma, ÖSS’nin öğrencilerin psikolojini nasıl etkilediğini de gözler önüne serdi. Ankete katılan öğrencilerin yüzde 43.3’ü ÖSS dolayısıyla kaygı ve endişe gibi duygularında artış olduğunu, yüzde 15.6’sı büyük stres ve baskı altında olduğunu, yüzde 12’si sinirli ve alıngan olduğunu, yüzde 9’u dikkat ve konsantrasyonunun bozulduğunu, yüzde 8.6’sı da depresyonda olduğunu açıkladı. ÖSS’nin psikolojisini olumsuz etkilemeyene gençlerin oranı ise sadece yüzde 11.3’te kaldı.
Araştırmaya göre ÖSS, gençlerin psikolojinin yanı sıra fiziksel aktivitelerini de bozuyor. Araştırmada, gençlerin yüzde 33’ü ÖSS’nin kendisini fiziksel olarak etkilemediğini belirtirken; yüzde 26’sı uykusuzluk, yüzde 16.6’sı baş ağrısı, baş dönmesi, yüzde 8.9’u karın ağrısı, midede kasılma, bulantı, yüzde 4.6’sı görme bozukluğu, yüzde 4.2’si nefes daralması, yüzde 3’ü ateş basması, üşüme, terleme, yüzde 2.1’i göğüs ağrısı, yüzde 1.5’i de bayılacak gibi olduğunu açıkladı.


GENÇLER DERSHANE OLMADAN ÖSS’YI KAZANAMAYACAĞINA İNANIYOR
Ankete katılan öğrencilerin yüzde 47.7.’si ailesinin üniversiteyi kazanması için kendisine baskı yaptığını söylerken, yüzde 52.3’ü böyle bir baskının söz konusu olmadığını ifade ediyor. Araştırmaya göre gençlerin yüzde 70’i dershaneye gitmeden üniversiteyi kazabileceğine inanmazken, yüzde 30’u dershaneye gitmeden üniversiteyi kazanabileceğini düşünüyor.
Öğrencilerin yüzde 41.3’ü ilköğretimde 1-3 yıl, yüzde 40.8’i 3-5 yıl, yüzde 13.4’ü 5-8 yıl, yüzde 4.5’i de 8 yıl ve üzerinde dershane eğitim aldığını açıkladı.


Ankete göre, ailelerin yüzde 45.1’i dershane için bugüne kadar 1-3 bin TL, yüzde 35.7’si 3-5 bin TL, yüzde 14.4’ü 5-10 bin TL, yüzde 4.8’i de 10-15 bin TL arasında masraf yaptı.
Ankete katılan öğrencilerin yüzde 53.5’i 1-3 saat, yüzde 33.1’i 3-5 saat, yüzde 7.8’i 5-7 saat, yüzde 5.5’i de 7-9 saat okul ve dershane dışında ders çalıştığını kaydetti.


YENİ SİSTEM KORKUTUYOR
Araştırmada, lise son sınıf öğrencileri üniversite sınavının gelecek yıl iki aşamada yapılacak olmasını nasıl değerlendirdikleri de soruldu. Ankete katılanların yüzde 42.8’i "olumsuz etkileyecektir" derken, yüzde 27.2’si olumlu etkileyeceğini düşünüyor. Bu soruya "fikrim yok" diyenlerin oranı ise yüzde 29.9’u buldu.


Ankete göre, öğrencilerin yüzde 69.5’i ÖSS’de katsayı adaletsizliği olduğuna inanırken, yüzde 30.5’i adaletsizlik olduğuna inanmıyor.


KONCUK: "GENÇLER ÖSS’Yİ HAYATININ MERKEZİNE KOYUYOR"

Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, öğrencilerin ÖSS’yi hayatlarının merkezine yerleştirdiğine dikkat çekerken, ÖSS’ye kısa bir süre kala, kendisini büyük baskı altında hisseden öğrencilerin, psikolojik ve fiziksel birtakım sorunlar yaşadığını söyledi. Koncuk, "Üstelik sınava endeksli yaşayan çocuklarımız, dershaneye gitmeden ÖSS’yi kazanabileceklerine inanmamaktadır. Bu durum Türkiye’de okullarda verilen eğitimin yetersizliğine dair yerleşik bir kanaat olduğunu işaret etmektedir. Bu anlayış eğitim öğretimimiz açısından büyük bir tehlikedir. Milli Eğitim Bakanlığı eliyle öğrencilere ÖSS izni veriliyorsa, eğitim için dershaneler adres gösteriliyorsa eğitim sistemini tartışmaya açmak gerekir. Yanlış eğitim sistemi ve ÖSS’de sorulan sorularla müfredat programları arasında ağırlık yönünden uyumun olmaması öğrencileri okullar yerine, dershanelere yönlendirmektedir. İşte böyle bir ortamda gençlerimiz 14 Haziran tarihinde ÖSS’de ter dökecektir. Artık Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK’ün beraberce ayakları yere sağlam basan, ÖSS ile uyumlu, öğrencileri eğitimin içinde tutacak bir sistem ihdas etmesi gereklidir" diye konuştu.(aa)

Özgürlük kavramı üzerine

( … ) ‘’ Kim söyledi size benim bir gazete çıkarmaya mecbur olduğumu, Allahın emri değil ya bu, batırırız gider canına yandığımın gazetesini, gazete çıkartacağım diye mevsimleri pencereden seyredeceğim, bir de beni tehdit edeceksiniz.

Bu gazete benim değil, bu gazete kimsenin değil, bu gazete onu kim alıyorsa onun, beğenmiyor musunuz, sevmiyor musunuz, hoşunuza gitmiyor mu, bırakırsınız batar.

Gider tehdit edecek başka birini bulursunuz.

Ne fikirlerimi söyleyeyim diye bir derdim, ne gazete çıkartayım diye bir ihtirasım, ne de okuyucular tarafından tehdit edileyim diye bir arzum var. ’’ ( … )

Bu yazı 10,05,2009 tarihinde Taraf Gazetesi’ nde Ahmet Altan imzasıyla yazılmıştı. Altan, yazar bir aileden gelmektedir. Babası Çetin Altan, kardeşi Mehmet Altan …. Böyle bir ortamda yaşayan, yetişen bir insan hayliyle özgürlükçü oluyor. Her düşünceye saygılı, her düşünceye özgürce bakabilen barış güvercini misali yuvadan kanatlanıyorlar.

Altan Ailesi’ ne mensup hangi yazarımızı olursa olsun yazılarını okuduğum zaman barış duygusunu bir kez daha yaşıyorum. Lakin Ahmet Altan’ ın köşesindeki bu feryatları canımı sıktı.

Ahmet Altan bilindiği üzere bir seneyi aşkın bir süredir Taraf Gazetesi ‘ ni çıkarmakta. Bu gazete gerek haberleriyle gerek yazarlarının yazdıklarını gündemi belirledi, belirlemeye de devam ediyor. Fakat geçen gün ki feryatlar sonucun da herkesin özgürlük ve barış duygularının farklı olduğunu anladım.

Tıpkı Daniel Defoe’ nin ‘’ Adalet haksız olana zalim gelir. Çünkü, her insan kendi gözünde suçsuzdur. ‘’ sözü gibi. Herkesin kendi dünyalarında çeşitli tabular mevcut ve onları yıkmak hakikaten oldukça zor.

Daha önceden Rasim Ozan olayı ile zaten bir takım kesimlerin özgürlük kavramını öğrenmiş bulunduk. Altan olayında da bir başka kesimin özgürlük kavramını öğrettik şimdi de bir başka olay öğrendik.

İzmit İnterteks Uluslararası Fuar Alanı'nda gerçekleştirilen 1'inci Kocaeli Kitap Fuarı'nda, ‘Ergenekon Neyin Simgesi’ başlıklı panel düzenlendi. Panele konuşmacı olarak katılan yazar ve şair Roni Margulies, “Bu örgütlenmenin adının Ergenekon olduğunu biliyoruz. İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Türkan Saylan gibi isimler yakalandığında ‘Bunlar mı darbe yapacak?’ diye yaygara koparıldı” diyen Roni Margulies şöyle devam etti:

“Tabi ki darbe yapamazlar. 187 fail yakalandı. Bunlar darbe yapmayacaklardı. Bunlar sivil kısımları. Mustafa Balbay'ı Cumhurbaşkanı olarak düşünmüşler. Bu örgütlenme bugüne kadar ortaya çıkandan ibaret değil. Yaygara koparıldıktan sonra arkasından gömülü silahlar çıkıyor. Bu Ergenekon korosu, ‘özür dileriz varmış’ demiyor. Bu silahlar kendi kendilerine mi gömülüyorlar. Birileri bu silahları bir amaçla gömüyor. Darbe olacağı zaman sadece o silahlarla yapılmayacaktı. O silahlar yaşadığımız ortamı daha da karmaşık hale getirmek için oraya gömüldü. Hrant Dink'i vurmak, Cumhuriyet Gazetesi'ne bomba atmak gibi şeyler için konuldu o silahlar. Genelkurmay'ın söylediği açık. Şeriata karşı örgütleniyorlar. Türkiye'de şeriat tehlikesini gösterir hiçbir kanıt yok.” diyerek kendi görüşlerini belirtti. Dinleyicilere arasında bulunan ve İşçi Partili oldukları iddia edilen bir grup gençten tepkiler gelmeye başladı. Margulies'e hakaret eden ve kendilerine engel olmaya çalışan güvenlik görevlisini de tartaklayan gençler, Margulies'in elinde belge olmadan çeşitli iddialara dayanarak suçlamalar yaptığını söyledi. Adı öğrenilemeyen bir kişi ise “Bilimsel bir sosyalist ve kendisini komünist olarak tanımlayan aydın, BOP'u savunan AKP'yi destekleyemez. Siz AKP yalakası bir dalkavuksunuz” dedi. Bu sözler üzerine Margulies, “Dalkavuk dersen beni ayağa kaldırırsın” diye çıkışınca, protestocu grup bulundukları yerden kürsüye doğru yürümeye kalktı. Bu esnada panele katılanların diğer kişilerin de gençlere tepki göstermesi üzerine güvenlik güçleri olaya müdahale etti.

Yaklaşık 300 kişinin dinlediği panele katılanlar, protestocuların “27 Mayıs darbesi olmasaydı hepinizin adı Coni ve Maria olurdu” şeklindeki sözlerine tepki göstererek salonu terk ederken, protestocular kendilerini salondan çıkarmaya çalışan güvenlik görevlileriyle de yumruklaştı. Grup daha sonra fuar alanından uzaklaşırken, panelde sona erdirildi.

Anladığımız üzere herkesin özgürlük anlayışı kendine…..

01,06,2009