gencmanifesto kurulduğundan bu güne 33 ülke tarafından okuyucu bulmuştur. Aşağıda göreceğiniz sayacturka tarafından bu tesbitler yapılmıştır. Bu blogun hiçbir siyasi güç ile uzaktan yakından alakası yoktur. Tek amacı Türk Gencini daha iyi bir noktaya taşımaktır.

genmanifesto
genckalem92@gmail.com

desteklerinizi bekliyoruz

28 Eylül 2009 Pazartesi

Hangi yoldan gidiyorsunuz?

Hükümetin Kürt açılımı için çalışmaları sürerken, bir yandan da geçmişte yaşanan acı olayların izleri silinmeye çalışılıyor.
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, 1980 askeri darbesi sonrası adı hep kötü muamele ve işkence iddialarıyla gündeme gelen Diyarbakır Cezaevi’nin taşınacağını açıkladı.
Eker, cezaevinin yerine de Milli Eğitim Bakanlığı’nın ihtiyaç duyduğu bazı okulların yapılacağını söyledi.
Bakan Eker, “Diyarbakır’ın toplumsal hafızasında çok iyi hatırlanmayan, demokraside büyük yaralar bırakan cezaevini taşıyacağız” dedi.
Yaklaşık 45 dönümlük alanda yapılması planlanan Anadolu lisesi, Genel lise, ilköğretim okulu, anaokulu ve spor tesisleri için yaklaşık 24 milyon TL kaynak aktarılacağı öğrenildi.
Darbe sonrasında Diyarbakır Cezaevi’nde yatan çok sayıda kişi, ağır işkenceye maruz kalmıştı.
Bu kişilerden birçoğu yaşamını yitirirken, onlarca mahkum da sakat kalmıştı. İsyanlara sahne olan cezaevinde, açlık grevi eylemleri de yapılmıştı.
Hükümetin yaptığı bu davranış tarih kitaplarımızın sayfalarını tekrar karıştırmamızı sağladı.
Düyun-u Umumiye (Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi) ‘ nin kapatılması. II. Abdülhamit döneminde kurulmuştur. Sözcük, “Genel Borçlar” anlamına gelir. Düyun-u Umumiye kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı Devleti’ nin ekonomik ve mali yaşamı üzerinde etkili bir rol oynamıştır.
Osmanlı Devleti 1854 yılında dış borçlanmalara başlamış ve 1874 yılına kadar 15 ayrı dış borçlanma yapılmıştır. Bu dönem içinde 239 milyon lira borçlanıldığı halde, hükümetin eline yanlızca 127 milyon lira geçmiştir.
Osmanlı Devleti, ilk dış borçlanmasını, Kırım Savaşı sırasında, savaş maliyetlerini karşılamak için gerçekleştirdi. Ancak mali durumu düzelmeyen devlet, savaştan sonra da borç almayı sürdürdü. Bundan sonra da borçlanmayı neredeyse alışkanlık haline getiren Osmanlı Devleti, yaşadığı her ekonomik sıkıntıda dış borç almaya başladı. Bu borçların verimli kullanılamaması sonucu, kısa sürede, değil borçlar, faizleri bile ödenemez hale gelindi. 1874′ te devlet mali iflasın eşiğine geldi ve bir kararname çıkardı. Bu kararnamede, Osmanlı Devleti vadesi gelen borç taksitinin ancak yarısını ödeyeceğini açıklıyordu. Ancak açıklanan bu söz de yerine getirilemedi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Osmanlı yönetimi yeni bir mali bunalıma sürüklendi ve Osmanlı Bankası ile Galata Bankerleri’nden almış olduğu iç borçlarını da ödeyemeyeceğini açıkladı.
Hiç bir borç ödemesini yapamayan Osmanlı Devleti, sonunda alacaklılarla anlaşma yoluna gitti. Alacaklılarla masaya oturan yaşlı imparatorluk, 1879′da damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı. Ancak alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdi ve 1881′de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi’ne verildi. Bu kurum kurulduktan sonra da Osmanlı Devleti mali sıkıntılar nedeniyle dış borç almak zorunda kaldı.
Lozan Antlaşması ile, Osmanlı Devleti’ ni yarı-sömürge seviyesine indiren bu kurumun vergi gelirlerini denetlemesi sona erdirildi. Sadece borçların alacaklılara paylaştırılması görevini sürdürmeye devam etti.
Bu borçlar, Osmanlı Devleti çöktükten sonra, Osmanlı topraklarında kurulan devletler arasında paylaştırıldıysa da en büyük borç yükü Türkiye’ye verilmiştir.
Türkiye Düyun-u Umumiye’ ye olan borcunun son taksitini, ilk dış borcun alınmasından tam bir yüzyıl sonra, 1954′te ödedi bu dönemin sonunda; Fransa 1881′de Tunus’u işgal etti, İngiltere 1869 da Suveyş kanalının açılmasıyla daha da değerlenen Mısır’ı uzakdoğudaki sömürgelerine giden yolun güvenliği için 1882 de işgel etti, Avusturya 1908 de Bosna Hersek’i topraklarına kattı, Girit halkı 1908 de Yunanistan’a bağlandığını açıkladı, Bulgaristan 1908 de bağımsızlığını ilan etti.
Düyun-u Umumiye binası, İstanbul-Eminönü ilçesinde bulunmaktadır. Bina Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün emri ile İstanbul (Erkek) Lisesi ‘ne tahsis edilmiştir. İstanbul Lisesi (Kuruluş 1884) günümüzde bu binada eğitim vermeyi sürdürmektedir.
Hükümetimizin yaptığı bu davranış M. Kemal Atatürk’ ün yaptığı Genel Borçlar İdaresi ( Düyun- u Umumiye ) ‘ nin kapatılması olayı ile oldukça benzerdir.
M. Kemal Atatürk Genel Borçlar İdaresi’ ni halkımızın üzerindeki hazin öyküsünden dolayı kapatılmasına karar vermiştir ve bu binayı bir eğitim kurumu olarak hizmet vermesini istemiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti’ nin yıkılmasından sonra kalan borçlar arasındaki en büyük yük Türkiye’ ye verilmiştir ama yine de T.C tüm borcunu kendine ait olmamasına rağmen ödemiştir. İstanbul Lisesi işte bu asil davranışın bir simgesi olarak varlığını devam ettirmektedir.
Lakin hükümetimizin Diyarbakır Cezaevi’ ni eğitim kompleksi yapması hangi davranışı simgelemektedir? Diyarbakır Cezaevi’ nin 12 Eylül Dönemi’ nin en fazla işkencelerin görüldüğü cezaevi olarak anıldığını bilmeyen yoktur. Bu cezaevinin eğitim kompleksi olarak hizmet vermesini isteyen sevgili hükümet mensupları acaba neyi amaçlamaktadırlar? Madem hüzünlü bir dönemin kalıntılarını silmek istiyorsunuz buyurun darbecileri yargılayın. Hayır amacınız kürt kardeşlerimize şirin gözüküp oy toplamak ise bunu baştan belirtin. Ama eğer demokrasiye katkıda bulunmak istiyor iseniz ilk önce darbecileri yargılayın ondan sonra onun kalıntılarını silmeye çalışın. Atatürk’ ün yolundan gitmeye çalışıyor iseniz onun davranışlarını örnek alarak gidiniz.

Ünlüler ve sınav sistemi

Son günlerde Hürriyet Gazetesi’ nin Kelebek eki’ nin internet üzerinden sunduğu bir dosya sınav sistemlerinin insanların geleceklerini tayin etmediklerini bir kez daha gösterdi. Dosya aslında kaç zamandır feryatlar içinde kaldığımız fakat şu koca dünyada sesimizin bir karınca gibi çıktı konuyu değişik bir pencereden ele almış.

Dosya, o sürekli dilimizden düşmeyen ünlülerin eğitim durumlarını ele almış. Dosyadan alıntılarla,

Kibariye,

Kimbilir adlı şarkısıyla müzik dünyasına hızlı bir giriş yapan Kibariye, okuma yazmayı öğrendikten sonra yaptığı bir röportajda "okumamış insanları çok eziyorlar" diyerek okuma- yazma öğrenmeden önceki ve sonraki hayatını şöyle anlatmıştı: "Okumamış insana gülmemek lazım. Gelen çiçekleri okuyamadığım zaman komplekse giriyordum. Ala ne yaptım biliyor musunuz hırslandım. Hiç kimse bana okuma -yazmayı öğretmedi. Heceledim. Harfleri tanıyordum ama birleştiremiyordum. Sonra çalışa çalışa öğrendim. Affedersiniz, hani bir zamanlar erkek tuvaletine giriyorken şimdi kadın tuvaletini bulabiliyorum. En önemlisi çocuğumun ilaçlarını okuyabiliyorum."

Kibariye ünlüler dünyasında tanınmış isimlerden biri. Sizin de gördüğünüz gibi bırakın SBS, ÖSS gibi şeyleri okuma yazma bile bilmiyordu ama maddi durumu okuyanlardan çok daha fazla. Burada okumayı kötülüyor muyuz? Hayır ama gereksiz şeyleri okumaktansa ….

Ebru Gündeş,

Tanrı Misafiri ile müzik dünyasına hızlı bir giriş yapan Gündeş ilkokul mezunu. Diplomasını aldıktan sonra ailesine katkıda bulunmak için konfeksiyon atölyesinde çalışmak zorunda kaldı. Sonra da güzel sesiyle şöhret basamaklarını tırmandı.

Özellikle popstar gibi yarışmaların aranan jüri üyesi Gündeş’ in de sınav sistemleri ile bu basamakları çıkmadığına şahit olduk.

Sibel Can,

Can ilkokul mezunu bile değil. Ekonomik zorluklar yüzünden 12 yaşındayken okul hayatına son vermek zorunda kaldı.

Güzide Duran,

Ekonomik zorluklar yüzünden ilkokul 3'ten ayrılmak zorunda kaldı. Ama ana dili gibi İngilizce konuşabiliyor.

Buyurun bir örnek daha. İlkokul 3’ ten terk ama yabancı dili ana dili gibi konuşuyor.



Emrah,

Sanat dünyasına henüz çocuk yaşta Küçük Emrah olarak girdi. Ortaokul mezunu.

Dosyada yine bu ünlüler gibi bir çok isime yer vermiş. Dosyanın dikkat çektiği diğer ünlüler arasında üniversite mezunları da mevcut halen okuyanlar da. Ama bu isimlere dikkat ettiğiniz de çoğunluğunun konservatuar da olduğunu göreceksiniz. Zaten konservatuara girmek içinde ÖSS denen şeyden baraj puanını geçmeniz yeterli.

Gördüğünüz gibi o şaşalı hayretler uyandıran ünlülerin aslında sınav sistemleriyle alakalarının bile olmadığı apaçık ortada.

Siz hala geleceğinizi şıklar arasında mı arıyorsunuz?

29,08,2009

Cemaatler ve Eğitim Sistemi

Şu son günler de medya kuruluşlarında polis okulu sorularının çalınıp cemaate adeta servis edilmesini konuşuyor.


Aslında konuşuyor dediğime bakmayın halen çoğu medya kuruluşu bu haberi servis etmeye bile korkuyor. Çünkü bu tür olaylar ilk değil. Sınav sistemlerini bırakın okullarda bile cemaatlerin kol gezdiği günümüzde bu tür olaylara göz yumuluyor. Son olarak polis okulu sınavındaki olaylar ne ilkti ne sondur.

Cemaatler, gerek sınav sistemleri üzerinde gerek okullardaki etkinliğini uzun zamandır sürdürüyor. Arkasından da çeşitli savlar öne sürerek bu tür olaylara geçiştirilir.

Tarih
1 Mayıs 1999

Yer
Marmara İlahiyat Fakültesi

Bırakın kamuoyundaki Marmara Üniversitesi’ nin cemaatlerle özdeşleşen imajını. Bunu bir kenara bırakılmalı. Sonuçta kesin bir sava varamayız ama ilahiyat fakültesin de illaki bir cemaatlenme olacaktır bunun önünü engellemek imkansız denecek kadar zor kimse inkar etmesin.

Şimdi olayımıza dönelim meşhur ÖSS sorularının çalınmasına
İhsan Örs isimli genç 1 mayıs 1999 tarihinde Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’n den iki adet soru kitapçığını çalmıştı ve o sene çalınan sınav iptal olup yeniden sınav yapılmıştı.

İhsan Örs’ e ne oldu peki?
‘’MARMARA Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden geçen yıl İstanbul'un Anadolu yakasındaki sınav yapılacak okullara gönderilecek soru kitapçığını çalan ve ÖSS'nin iptal edilmesine neden olan İhsan Örs, 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi'nde dün görülen duruşmada tutuklu sanık İhsan Örs ‘‘Bu kadar kişiyi mağdur edeceğimi bilmiyordum. Pişmanım’’ dedi.’’

Bu haber eylül 2000 de yayınlandı. Yani 2000 yılında ceza verildiğine göre 2007 yılında tahliye olması gerekiyor. Yani 1.5 milyon gencin kaderiyle oynamak ayrıca devleti yaklaşık
Beş trilyona yakın zarara uğratmanın cezası 7 yıl….

Peki şuan da Örs’ e ne oldu nerede ne yapıyor işte orası unutuldu ya da en doğrusu unutturuldu.

Ve asıl gelelim herkesin gözleri önünde yapılan oyuna.
Biliniyor ki artık şu rezalet sınav sistemi yüzünden artık öğrenciler genç yaşlarda test kitaplarıyla tanışıyorlar. Ortaokul ilk sınıftan başlatalım bu sistemin etkilerini en minimal seviye olarak. Üç sene orta okuldan dört senede liseden toplam yedi sene sınav sistemlerinin kurbanı. Öğrenciler bu rezalet sınav sistemine ayak uydurabilmek için maalesef zamanlarının çoğunu test çözerek geçirilmek zorunda. Ve işte asıl nokta özellikle öğretmenlerin teşvikleriyle öğrencilerin çoğu belirli kaynaklar etrafında toplatılıyor. Nedir bu kaynaklar? En bilindiklerinden Güvender, Zambak, Fem diye böyle gidiyor. Elbette bunların arasında FDD, Final, Sınav ve Fem Bilimleri ayrıca aklıma gelmeyen bir sürü kaynak var fakat dikkat çekmek istediğim şu öğretmenlerin sanki hepsi ağız birliği yaparak aynı kaynakları almasını sağlıyor.

Tamam bir sürü kaynak ismi verdik ama hangilerinde ağız birliği yapıyorlar?
Daha çok genellikle Güvender olmak üzere Fem ve Zambak yayınları üzerinde bulunuyorlar. Zaten piyasaya baktığımız da yüz de 60 ile 70 bu yayın grubunun elinde. Yani piyasa bir takım kişilerin tekelciliğinde.

Bu nokta da dönen oyunu siz de göre bilirsiniz? Bir kitap evine girin sorun soruşturun size benim dediğim yayın evlerini önerecektir.

Ayrıca dönen oyuna bir örnek daha
Yine piyasadaki kitaplara bakın kitapların üzerinde Çağlayan AŞ ‘ in ismini göreceksiniz. Daha doğrusu aynen adresi ile

Sarnıç Yolu No: 5 Gaziemir-İzmir

Daha çok basım yeri olan göreceğiniz bu adres ve şirketin arkasındaki isim aslında beni hiç şaşırtmadı.

Fethullah Gülen'in kardeşi Kudbettin Gülen

Artık bu noktadaki cemaat olgusunu vurgulamama gerek duymuyorum. Ama şu noktaya değinmeden geçemeyeceğim 2 Aralık 2005'te Tempo dergisinde yayımlanan haber de bu matbaadan ve Gülenlerden bahsedilmişti. Bu arada Antalya'da yayın yapan ve konuyu haberleştiren Son Nokta dergisinin 54. sayısı, basım aşamasındayken toplatıldı. Derginin, kapak tasarımı onur kırıcı olduğu gerekçesiyle toplatıldığı belirtilirken, Son Nokta adına yazılı bir açıklama yapan Genel Yayın Yönetmeni İdris Özyol şunları söyledi:


Amerika'dan açılan telefonlar, İstanbul'dan, Ankara'dan devreye giren isimler, Antalyalı kimi işadamlarının baskısı, onlarca araç dolusu insanın yürüttüğü bir operasyon neticesinde dergimiz toplatıldı. Bu operasyonu demokrasi, adalet ve özgürlük güçlerine Şikayet ediyoruz. Elbet bir gün şartlar değişecektir. Buna yürekten inanıyoruz, dedi.

Size bu yazının sonunda benim çok sevdiğim yazarlar arasında olan Abbas Güçlü’ nün köşesinde bulunan Özetin özeti şeklinde seslenmek istiyorum.

Eğitim sistemimiz de maalesef cemaatlerin etkisi hep vardı var olmaya da devam ediyor. Size bunu açıklamaya çalıştım. Eğitimizi tekelliyetçi hakimiyetten kurtarmak için artık ne yapmamız gerekiyorsa yapılmalı. Hazır bazı medya kuruluşları da bu konuda seferber olmuş iken bu konumdan yararlanalım. Eğitimizi adam akıllı alalım. Bazı kişiler bizi yanlış anlayabilir biz sadece cemaatlerin yaptığını değil tarikatlarında yaptıklarına veya herhangi bir gruplaşmanın da yaptıklarına karşıyız. Bu tür oluşumlar için özel okullar var veya olmadı kurslar ve bunun gibi bazı kurum veya kuruluşlar bunun olması gereken yer devlet kurumları hele hele devlet okulları olmamalı. Özellikle eğitim tarafsız olmalı yoksa Milli Eğitim Bakanlığı değil M…… Eğitim Bakanlığı olur. ( Her zamanki gibi noktaları doldurma zahmeti size düşüyor.)


Son söz

Eğitimime dokunma. Dokundurma!

20.09.2009

Fıkranın teknolojik formu

Çağımızda maalesef okuma oranı oldukça düşüktür. Bırakın romanı, öyküyü günlük gazeteleri bile doğru düzgün okumuyoruz. Anca ilgimizi çeken kısımlar olursa, onları da okumaya çalışıp geçiyoruz. Özellikle teknoloji çağı olan günümüzde gazete ve kitap gibi matbu yapıtlar önemini kaybetti, kaybettirildi.

Bir gazetenin ya da bir kitabın maliyeti oldukça fazladır. Lakin talep olduğunda bu maliyetler göze alınarak bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Maliyetini çıkaramadığından yazarı da kitabı da raflarda yok olan insanlar mı ararsınız yoksa gazetesini zar zor çıkartıp düşünceleriyle birlikte ekmeğe sarılanlar mı?

Günümüz insanları bu tür matbu eserlere verecekleri ücretleri gereksiz görmektedir. Doğrudur veya yanlıştır orasını zaman gösterecektir. Buna ek olarak ta Dünya’ nın sayılı gazeteleri arasında olan NewYork Times ‘ ın önümüzdeki yıllarda sadece sanal ortamdan yayın hayatına devam edeceği söylentileri de bulunmaktadır.

İnsanlarımız zamanının çoğunluğunu teknolojik aletlerle geçirmekte olduğundan tüm ilgi alanlarını da bu ortamlarda olmasını istiyorlar. Misal günlük bir gazetenin matbu olarak tirajı 200 bin seyrinde iken aynı gazetenin internet sitesi tirajı 1 milyon ve daha fazlasıdır. Buradan da anlaşılacağı gibi günümüz insanları bilgi edinme işlemini de sanal olarak yapmak istiyor. Bu hususta artan e – book yani sanal kitap sayılarını görebilirsiniz. Genel de interneti kitap özetlerinde kullanıyoruz ama demek ki az da olsa okuyan varmış.

Gelelim gazete konusuna. Günümüz insanları bahsettiğim gibi gazete okuma alışkanlığından neredeyse vazgeçtiler. Ama ilginçtir yazı okuma alışkanlıklarından vazgeçmediler. Gazete köşelerinde okumaya çalıştıkları yazarların verdiği hazı sanal ortamda bulmaya çalıştılar. Nitekim buldukları da söylenebilir. Peki nasıl oldu bu olay? İnternet üzerinden yayın yapan blog yani günce sayfaları sayesinde. Bu güncelerde Dünya’ nın herhangi bir yerinden bir insan sadece bir bilgisayar sayesinde hiçbir maliyet ödemeden bu sayfalardan fikirlerini yayabiliyorlar. Gazeteler gibi bir maliyeti yok üstüne oldukça da yararlı olanları var aralarında. Cem Özkan, Enis Özen ve Mehmet Ortaç ‘ ın blogları benim de takip ettiğim günceler arasında. Tıpkı bir gazete de köşesi olan Ahmet Altan, Can Dündar veya Tuna Kiremitçi’ den alabileceğiniz tatları farklı insanlardan da alabiliyorsunuz. Üstelik ücretsiz.

Blog yazıları günümüzde oldukça önem barındırıyor. Fıkra yazarlığının teknolojicik formu olan blogları takip etmek gerektiğini düşünüyorum. Tabi ki de hepsini değil. Nasıl bir gazetenin veya derginin kalitesi var ise bloglarında kalitesi vardır. İşte bu hususta oldukça dikkat edilmelidir. Çünkü blogların ücretsiz olmasından dolayı önüne gelen bu güncelere başvura biliyor. Ama şu da bir gerçektir, bloglar geleceğin düşünce köşeleridir.

28,09,2009

22 Eylül 2009 Salı

Yabancı dizilerde Türkiye teması

Günümüz koşulları kamuoyunun ilgileri araştırıldığında televizyon seyretmek ön sıralar da yer almaya başladı. Özellikle ev kadınlarının ilgisini gündüz kuşağı diye tabir edilen programlar akşamları ise daha çok herkese hitap eden programlar yer almaya başladı. Hayliyle medyanın kamuoyu oluşturma gücü ortaya çıktı.

Bu gücün yararlı boyutları da oluyor, zararlı boyutları da ama dikkat çekmek istediğim konu o değil. Bu güçteki bazı hususlara dikkat çekmek.

Televizyon kamuoyu oluşturmada önemli bir etken ve diziler bu konuda en etkili araç. Bunda büyük bir çoğunlukça hem fikiriz. Özellikle de yabancı diziler oldukça etkili bir araç. Örneğin bir Lost bir Prison Break How i met your mother dı gibi daha listeyi uzatabileceğim yabancı diziler bu özellikleriyle dikkat çekiyorlar.

Benim de yakından takip ettiğim bu yabancı diziler de Türkiye konusunun işlenmesi beni bu dizilere olan ilgilimi daha da arttırıyor. Bu hususları sizlerle de paylaşayım.

Öncellikle oluşturduğu hayran kitlesiyle büyük yankı uyandıran Lost dizisinden başlayayım.

Ben karakterini canlandıran aktörümüz, adanın yerini değiştirdiğinde kendisi de adadan ayrılır. Adadan ayrıldıktan sonra kendisini Sahra Çölü’ n de bulur. Seyredenler belki hatırlamıştır. Ben, çölde bulunca kendini iki tane bedevi ona doğru yaklaşarak ona silah doğrulturlar. Ben, önce İngilizce bilip bilmediklerini sorar cevap gelmez. Daha sonra Arapça sorar yine cevap gelmez. Ardından Türkçe olarak ‘’ Türkçe biliyor musun? ‘’ diye sorar ve bedeviler ona silahı doğrultmakla kalmazlar ateş ederler. Seyredenler hatırlamıştır. Seyretmeyenler için de olayı anlattım zaten.

Öncelikle seyrederken çok şaşırmıştım. Tıpkı diğer seyredenler gibi daha sonradan biraz sevindim diziyi seyredenleri düşündükçe. O kadar insan Türkçe’ nin büyüsünü hissetti, o tınıyı duydu. Ama sonra bir an durdum. Aklımdan soru yumakları oluşmaya başladı?

Öncellikle neden İngilizce neden Arapça neden Türkçe?

İngilizce maalesef evrensel dil kabul edildiğinden Arapça ee hadi o da normal aynı coğrafyadan dolayı ama Türkçe…. Bir de dikkat çekmek istiyorum orijinal söylenişiyle buna vurgu yapmak istiyorum çünkü biraz sonra vereceğim örneklerde böyle bir nokta yok. Şimdi tekrar olaya gelelim.

Bu olaydan anlaşılacağı üzere ; Türkçe artık kendini dünya sahnesinde göstermeye başlamıştır. Ayrıca Sahra Çölü’ nün jeopolitik koşulları düşünüldüğünde bu coğrafyada Türklerinde güç sahibi olduğu vurgulanıyor. Yalnız şuna da değinmeden geçemeyeceğim neden Türkçe konuştuktan sonra ateş ettiler? Sizin de kafanız da soru işareti kaldı değil mi?

Şimdi ise bu sene son sezonu gösterilen dizimize;
Prison Break

Her ne kadar ‘’Büyük Kaçış’’ dense de biz Prison Break diyelim. Çünkü asıl çevirisinde hapishaneden kaçmak ya da firar etmek anlamları oluşuyor. Oralara girmeden buradaki Türkiye vurgusuna gelelim.
Bu dizi de ise karşımıza başlı başına bir karakter, bir kurum ve meşhur bir olayımızdan bahsediliyor. Öncelikle karakterden başlayalım. Lisa Tabak, Amerika’ da ki Türk Konsolosu’ nun eşi. Kurum ise anlayacağınız gibi Türk Konsolosluğu. Bu arada Lisa’ nın bir özelliği daha karanlık işlerdeki adamımızın kızı olması akıllar da bir soru işareti uyandırıyor. Ayrıca konsolosluğumuzun olduğu sahnelerde Türk Bayrağı da vurgulanıyor. Gelelim meşhur olayımıza. Nedir bizim meşhur olayımız ya Kürt sorunu ya Ermeni sorunu ya da Kıbrıs sorunudur. Genellikle vurgusunu yapmak istiyorum. Dizi de ise Ermeni olayından bahsediliyor. Yine seyredenlerin hatırlayacağa üzere bu olaydan ‘’ duygusal ‘’ olay vurgusu yapılıp geçiliyor.


Sırada ise yüzünüzdeki hafif tebessümleri görür gibi olduğum How i met your mother dizisine. Bu dizi de diğerlerinden farklı bir Türkiye vurgusu var. Normal olarak karşılanmalı çünkü dizinin misyonundan dolayıdır. Tıpkı diğer dizilerin misyonları gibi Türkiye vurgusu yapılmışsa bu dizide de kendi misyonları çerçevesinde Türkiye vurgusu yapılmıştır. Buradaki vurgu ise Türk Lezbiyenleri…
Bilmiyorum bu konuya nasıl vurgu denir veya nasıl dikkat çekilir ama dizi de geçen Türk Lezbiyenleri noktası oldukça dikkat çekmiştir doğrusu.


Ülkemiz de daha çok Kurtlar Vadisi’ n de gördüğümüz Türkiye Siyaseti vurgusu yine yabancı diziler de yine farklı bir pencereden bakarak daha çok sit kom diye tabir edilen dizilerde görülen Türkiye İmajı yine yabancı dizilerde mevcut.

Son söz olarak;
Türkiye, eskiden dünya gündeminin döndüğü yerdi ancak masa altlarından konuşulurdu şimdi ise bağıra bağıra Türkiye’ nin önemi vurgulanıyor. Artık anlayana demek istiyorum. Elin adamı senin ülkenin ne kadar önemli olduğunu anladı, başkalarına duyurmaya çalışıyor sen hâlâ üç beş soru çözünce bir şeyler anladığını san……

23,09,2009

gencmanifesto.virgullu.com adresinden alıntıdır.