gencmanifesto kurulduğundan bu güne 33 ülke tarafından okuyucu bulmuştur. Aşağıda göreceğiniz sayacturka tarafından bu tesbitler yapılmıştır. Bu blogun hiçbir siyasi güç ile uzaktan yakından alakası yoktur. Tek amacı Türk Gencini daha iyi bir noktaya taşımaktır.

genmanifesto
genckalem92@gmail.com

desteklerinizi bekliyoruz

20 Kasım 2009 Cuma

Şıklar arasında yok olan yetenekler

Bugün her zaman gazete olarak Taraf’ ı alan arkadaşım, Sabah’ı alacağı tutmuş. İyi ki de tutmuş. Çünkü bir kişinin köşesinde yazdıkları oldukça dikkatimi çekti.

REFİK ERDURAN köşesinde şu cümlelere yer vermiş.

Bir babanın çocuğunun karşısında mantıksızlık aczine düşmesi, sorusuna yanıt bulamaması, gözünün içine bakarak haksızlık etmekten kaçınamaması ne acı, bilir misiniz?
Bu yıl 7. sınıfa gitmekte olan oğlum piyano çalmayı çok seviyor. Konserlere gitmek, kitap okumak, gazetelerden seçtiği filmleri görmek istiyor. Okçuluğa ve hava tüfeğiyle nişancılığa merak sardı; hafta sonlarında onları yapmaya ve bisikletle dolaşmaya niyetleniyor. Şimdi onu üzmek ve kırmak ise en istemeyeceğim şey.
Soruyor:
"Notlarım iyiyken beni niçin yolluyorsunuz dershaneye?"
Yolluyoruz işte. Boynunu büküp gidiyor.

Bir köşe yazarının bile durumu bu.

Hatırlar mısınız Hayata ÖSS ve SBS Engeli adı altında bir yazı kaleme almıştım. Ve bu yazı da da bir başka köşe yazarının görüşlerine yer vermiştim. Sanırım Refik Bey’ den yaptığım alıntının üzerine bunu tekrar hatırlatmam gerekiyor.

Can Dündar' da köşesinde bize sahip çıkmış. ''Ergenliğimin dershane zulmünü çocuğumuz yaşamadığı, bu saçma yarışa girmeyi baştan reddettiği için de gururlandım. '' diyor. Ayrıca Sbs' de çıkan bir soruyu da ele alarak '' Bu kadar kazık bir soruyla baş edebilen tüm öğrenci arkadaşlarımın alnından öpmek istedim.'' diyor.

Bir tarafta umudunu artık kaybetmiş. Bu sisteme boyun eğmiş. Çoğunun yeteneklerinin sönüp gitmesine izin veren, kültür seviyesinin gelişmesini engelleyerek dershaneye gönderen bir baba diğer taraf oğlunun Sbs adı altındaki sınava girmeye reddettiğinden dolayı oğlunun kutlayan bir yazar.

Sizce hangisi doğru? Çocuğunu piyano çalmasını engelleyen, konsere gitmesini engelleyen, filmleri seyretmesini engelleyen ayrıca spora olan eğilimi engelleyerek onu dershaneye göndererek geleceğini şıklarda aramasını söyleyen bir baba diğer tarafta ise dershaneye gitmediği için gururlanan bir baba.

Hangisi doğru yapıyor? Sormam bile saçma ama… Bu ülkenin kendini geliştiren gençlere ihtiyacı var. Kültür seviyesi yüksek gençlere ihtiyacı var. Şıklar arasında yok olan yeteneklere değil!!!

20,11,2009

18 Kasım 2009 Çarşamba

Şıklar arasına sıkışan hayatlar 2 – Mücadeleye devam

Hatırlarsınız belki Şubat 2009’ da şıklar arasında sıkışan hayatlar adı altında bir yazı kaleme almıştım. Oldukça destek gören bu yazımı daha zenginleştirerek devam etmek istiyorum

Kendimden örnek vererek başlayayım. Benim okulum 7.30 da başlıyor. Bu saatte başlayan okuluma yetişmek için 6.30 da duraktan geçen otobüse binmem gerekiyor. Hayliyle 5.30 da da kalkmam. Yani benim hayatım 5.30 da başlıyor. Kahvaltıydı, çeşitli ihtiyaçlardı derken 6.30 da durakta oluyorum ve otobüs bekliyorum. 7.30 da okulda olarak eğitimime başlıyorum. Okulum 1.10 da bitiyor. Ev de olmak 2.10 – 2.30 arası değişiyor. bir şeyler yiyorum biraz olsa dinleniyorum hemen dershaneye. Dershane 4.30 da başlıyor. 7.30 da bitiyor. Ev de olmam 8. Biraz dinlenme ve yemekten sonra test çözme vakti. 9 da başlanılan çalışmaya 11 gibi son veriyorum. Çeşitli ihtiyaçlardan sonra 11. 30 da uyuma vakti.

Bu nasıl bir hayattır böyle? Adama akıllı gezme, tozma yok. Hayatı tanımaya dair bir şey yok. Sevgili felan zaten olmasına imkan yok. Onu bırakın kitap okumaya bile vakit yok. Dergi, gazete gibi medya organlarını bile okumaya vakit yok. Bu arada değinmeyi unuttum okulda üç adet teneffüsümüz var. Bunlardan ikisi 10 biri 5 dk lık teneffüsler. Ayrıca dershanede de iki adet 10 dk lık teneffüs. Bu nasıl bir hayattır soruyorum size? İşin gezmesini tozmasını bir kenara bırakın - genç değiliz ya hakkımız yok böle şeylere kırkımıza geldiğimizde geziceğiz ya da emekli olunca ikinci bahar kısmetse, izdivaca katılırız artık, sonra bir de üç çocuk - bir gencin kitap okumaması ne demektir? Kitap okumayan bir gençlik. Sonra diyorlar ki gençlerimiz kitap okumuyor. Neden acaba? Öyle lafı ortaya atmak kolay. Gençlerimiz hangi arada okuyacak sorarım size? Üç beş tane soruyla nereye kadar?

Kendi hayatımdan örneklerle devam edeyim. Günde okulda da boş bıraktıklarını sayarsak ki bu aralar hocaların çoğu hasta olduğundan gelmediğini de düşünürsek – hocalar bile gelmiyor öğrenciler geliyor ama hala okullar tatil edilmiyor – dershaneydi ev di yaklaşık bi 300 soru çözmüş oluyorum. Matematikti, geometriydi bunlar gibi sayısal derslerin sorularını çözerken 1 dk gibi bir süre harcıyorum ki bu gayet normal, sözel derslerde daha hızlıyım. 150 sayısal ve 150 sözel soru çözdüğümü düşünürsek 150 dk sayısallara gidiyor bi 100 dk gibi de sözellere gidiyor. Yani yaklaşık 250 dk bu da 4 st 10 dk gibi bir süre yapıyor. Şimdi tekrar size soruyorum. Bir sayfayı kaç dk da okuyorsunuz? 1 olmadı 2 diyelim geniş hesaplayalım. Test çözmek yerine kitap okusak günde 125 sf kitap okumuş okuyoruz. Öss ye yılda bir milyondan fazla insanın girdiğini düşünürsek herkesin test çözmek yerine kitap okuduğunu da düşünürsek. En fazla 2 yılda çağ açarız.

Çoğu kişinin de bilindiği üzere çok önceleri yapılmış ama sonuçları aynı kalan bir anket vardır. Bu ankete göre Türkiye’ de 6 kişiye 1 kitap bile düşmüyordu. Ne kadar vahim değil mi? Acaba neden? Gençlerimiz okumuyor. Hemen gençlere at suçu zaten. Adamın başını kaşıyacak vakti yok bırak onu aynaya bile bakmadığından başının yerini unuttu. Sen hala gençlerimiz okumuyor. Hesaplarımız tutmasa bile günde 125 sf yerine 10 sf okusun 20 sf okusun ama okusun. Okuyamıyor. Adam da haklı.

Bir de kendi okulumda bir adet başladı. O da derse giren her hoca üç ya da dört kitap söylüyor – kendi vizyonu ve misyonuna göre – bunlardan sözlü yapacağını söylüyor. Öncelikle şimdiye kadar aklınız nerdeydi? Durdunuz, durdunuz milletin sınavlarla uğraşırken mi aklınıza geldi. Bu da bir gelişme diyelim ama bu kitapların hocanın siyasi ve Dünya görüşünü savunduğunu unutmayalım. 17 ve özellikle 18 yaşındaki gençlerin akılları yönlendirmeye çok müsaittir. Hocalar bu yaptıklarıyla gençleri kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlar. İşte bu nokta çok yanlıştır. Tamam kitap okutulması çok doğru bir davranıştır ama öğrencilerin sınav zamanlarında bu kadar çok kitabın okutulması ve öğrencileri bu denli yönlendirici davranışlarda bulunulması çok yanlıştır. Kınıyorum.

Eğitim tarafsız olmalıdır. Evrensel olmalıdır. Bilmem bir şeyler anlata biliyor muyum? Şimdi sorarım size lise zamanının da öğrendiğiniz şeyler size şimdi işinize yarıyor mu? Oturup bir şeylerin türevini, limitini alıyor musunuz? Olmadı biyolojide, fizikte veya kimyada öğrendiğiniz şeyleri uyguluyor musunuz? Günlük basit şeylerin dışında. Oturup evinizde kimyasal deney yapıyor musunuz? Veya biyolojik herhangi bir deney. Bu dersler okullarda öğretilmeli evet katılıyorum ama insanının işine yarayacak şeyler öğretin. Tutup iç mimar olacak adama neler öğretiyorsunuz? Bu eğitim değildir arkadaş bu boşuna ameleliktir. Aynen öyle amele. Günümüz öğrencisinin bir ilkokulu bile bitirmemiş inşaat amelesinden bir farkı yoktur. Boşuna gereksiz şeyler taşıyor. Amele bile bu nokta da gerekli bir şey yapıyor. Çünkü onun taşıdıklarıyla sıcak yuvalarımız oluyor. Sakın burada amelelere insan dışında bir oluşum içine soktuğumu sanmayın. Aysun Kayacı’ nın başına gelecekler gelir maazallah başıma. Ben burada sadece bir ilkokul mezunu bile olamamış bir kişiyle lise eğitimini tamamlamaya çalışan birini karşılaştırıyorum. Ve sonuç ortada ameleler öğrencilerden daha geçerli bir iş yapıyor. T.C devletinin eğitime verdiği önem budur işte. Manzara bu neresinden bakarsanız bakın. Ah ah neredesin Atatürk? Hani sen Ey Türk Gençliği diye seslendiğin gençliğine bak ne hallere düşürdüler. Senin eserine ne yapıyorlar böyle? Her sınıfa Gençliğe Hitabeyi asan bu zihniyet senin gençliğine neler yaptırıyor.

19’ un da İstanbul’ u fetih eden komutanı çıkaran bu topraklar, 15’ in de 16’ sın da 17’ sin de Çanakkale ‘ de senin yanında şehit olanları çıkaran bu topraklar artık test çözen gençler çıkarmaya başladı.

Ey Türk Gençliği!
Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Test çözmek senin amacın değil. Test çözerek geleceğini şıklarda arama. Senin geleceğin şıklar da değil. Kitaplarda. Sakın test kitaplarıyla karışma, normaldir karıştırman bu aralar test kitaplarından başka kitap görmediğinden….

18,11,2009

15 Kasım 2009 Pazar

Bir gözüm gördü, bir gözüm görmedi

Tarihlerimiz kasımı gösteriyordu. Kasım ayının o söz gelimi soğuktur, üşürsün tabularına karşın dışarıda harika bir hava vardı. Dershaneden henüz çıkmıştım. Evime doğru yürüyordum. Yolun karşısında yürüyen arkadaşıma rastladım. Bağdat Caddesi’ ne gitmeye çalıştığını öğrendim. Evimin nam-ı diğer cadde’ ye yakım olduğunu söyleyerek, ona eşlik edeceğimi söyledim. O da sevindi. Beraber nam-ı diğer cadde ye yürüdük. Cadde ye vardığımızda ‘’ Ee, sen buraları bilirsin bana yardım eder misin?’’ dedi. Arkadaşına hediye alacakmış. Kabul ettim bende işim gücüm yoktu. Başladık hediye bakmaya Boyner, Marks falan filan. Sonra aklıma Nezih geldi. Pelüş oyuncak alabilirdi. Bu fikir ona da sıcak geldi. Nezih’ e girdik ama hem zevkine hem cebine göre bir şey bulamadı. Ardından Suadiye’ ye doğru bir oyuncak mağazasının olduğunu keşfettik. Aslında bizden önce keşfedilmişti ama biz yeni gördük. Yok arkadaşım, burası da bize göre değil. Napalım, napalım? Aşağıda D&R var. Hadi oraya da bakalım. Oraya da baktık. Yeni çıkan kitaplara şöyle bir göz ucuyla baktım geçtim. Normal de adetim değildir. Oturur – aslında ayakta – tüm hepsini incelerdim. Arkadaşımın hoşlanmadığını düşünerek’’ sonra bakarım’’ dedim kendi kendime. Tam oyuncak reyonuna giderken Soner Yalçın’ ın son kitabının reklamını gördüm.

Artık dayanamadım. Dedim arkadaşa, sen git ben geliyorum. Hızlıca görevliden rica ettim kitabı. ‘’ Bu dinciler o Müslümanlara benzemiyor’’ işte bu! Bir Soner Yalçın klasiği. Başlığın albenisine bak. Tabi ki de benim için albenili. Sayfalarını hızlıca karıştırdım. İnceledim. Arkadaşı da bekletmek istemiyordum. Aldım, geçtim. O da bir pelüş oyuncak beğenmişti bi de annesi Elif Şafak’ ın ‘’ Aşk’’ ını sipariş etmiş bir elinde de o. Kasaya geldim sıra var. Ekonomik kriz var ama kasalarda da sıralar eksik olmaz. Neyse sıra geldi. Önceliği arkadaşa verdim. Sonra bana sıra geldi. Kitap 23 liraymış. Hiç bakmak aklıma gelmemişti.Bir öğrenci için pahalı değil mi? Kasiyer düşüncelerimi okumuşçasına kafa salladı.Cüzdanıma bakıyorum. Anneanneden gelen bi 20 lik bi de bozuk paralıktan 3 lira çıktı mı tamam. Çıkmasına da gerek kalmadı. D&R kartımda kullanabileceğim 3 lira çıktı şansıma. Onu da öyle hallettik.

Bir hışımla kitaba başladım. Eve geldim bu arada. Soner Yalçın yine döktürmüştü. Tahmin edersiniz. Yalnız bazı popülistlerin dikkatini çekebilecek bir paragrafa rastladım o da:

Mevlana dönemindeki ilahi ve dünyevi aşkı konu ettiği Aşk romanıyla satış rekorları kıran Elif Şafak’ ın bu rekorunu, aynı konuyu işleyerek yıllar önce Aşk Peygamberi romanıyla Nezihe Araz da kırmıştı.

Anlaşılacağı üzere aldatılmıştık, kandırılmıştık, kirletilmiştik. – Bu aralar fazla Türk filmi seyretmenin etkileri –

Sözün kısası Elif Şafak yıllar öncesinde olan bir olayı unutacağımızı sanarak bize deyim yerindeyse yutturmaya çalışıyordu.

Anneannemin bir sözü kulağıma geldi. ‘’ Bir gözüm gördü, bir gözüm görmedi.’’ Elif Hanım, gören gözüyle görmeye devam ediyor ama görmeyenle hareket ediyordu. Bunu yapan sadece o mu? Hayır!

Yıl 2006. Türkiye’ nin ilk Nobelli edebiyatçısı Orhan Pamuk
O meşhur babasının bavuluna hiç dikkat ettiniz mi?

Benim ilk göz ağrım olan temmuz 2009 sayılı Sincan istasyonu – ilk göz ağrım dememin sebebi de: ilk olarak bir yazım matbu bir dergi de yayınlanmıştı – dergisinde Osman Namdar’ ın yazısına değineceğim.

Babamın bavulu aslında kimin bavulu? Başlıklı yazısında bir paragrafta diyor ki:

Konuşma metni Nobel internet sayfasında var; kitap olarak basıldı, gazetelerde, dergilerde de gördük. Bu konuşmadaki bavul hikayesi de Amin Maalouf’ un Yolların Başlangıcı kitabından aldığı söylendi. ( … ) Ya bir metin, başka bir yazarın, bir öyküsündeki olayların akışı, kurgusu ve metniyle baştan sona benzerlik içeriyorsa; Babamın bavulu gibi

Görüldüğü üzere biri Nobelli yazarımız, biri dünyaca ünlü bir başka yazarımız ama ikisinin de bir gözü görüyor, bir gözü görmüyor.

15,11,2008

12 Kasım 2009 Perşembe

Yönetici ile idareci arasındaki fark

Bilindiği üzere ben YGS, LYS, SBS, KPSS ve daha sayamakla bitmeyen sınavlara garezim var. Sevmiyorum kardeşim işte. Zaten kim seviyor ki? Hayatı işgal eden bin tane şık. Neyse neyse. Bu aralar zaten yorgunluktan ölüyorum. Şu yazılılar başladı mı bi de ÖSS bu hayat çekilmez oluyor. Nereye gideceğimi şaşırıyorum. Test mi çözeceğim yoksa klasik sınavlara mı çalışacağım? İki arada bir derede kalıyorum. Derdimi çeken anlar.

Bu feryatlarım sürerken kendimi yine çalışma masamda test çözerken buluyorum. Malum ÖSS' ye çalışıyoruz. Bu hayatta başka gayemiz yok gibi. Bir yandan sisteme söyleniyorum bir yandan da soru çözüyorum. Bir an sanki düşüncelerimi soruda görür gibi oldum. Başta şaşırdım. Her halde kafayı yedim, dedim. Daha sonra soruyu bir kez daha okudum. Şaşılacak türdendi. Soruyu yazan da benimle aynı düşüncedeydi. Paragrafı sizlerle paylaşmadan edemiyeceğim. Aynen şöle:

Yönetici, yarını bugünden gören, gerekli reformları yapan ve gündemin peşinden koşmak yerine önünden gelen liderlerdir. İdareci, değişime karşı önlem alır. Yönetici, değişimi reform yaparak karşılar. İdareci, değişimden kaçar. Yönetici, değişime yön verir. İdareci için geçmiş, yönetici için ise gelecek önemlidir. İdareci, devraldığı işi eksiksiz ve aksaksız biçimde yeni gelenlere teslim ettiği zaman başarılıdır. Yönetici ise devraldığı işi büyüttüğü, geliştirdiği, yenilediği zaman başarılı olur.

Okurken büyüklerimizin anılarını canlandırmışımdır sanırım yaşıtlarımının ise içinden '' İşte bu! '' çığlıklarını duyar gibiyim. Hakikatende okul idaresini sürekli eleştirmişimdir. Hiç bir zaman da beni dikkate almadılar. İmam bildiğini okumaya devam ediyor deyim yerindeyse. Paragrafı okurken bu dünyada yanlız olmadığıma o kadar sevindim ki. Şu eğitim sistemimizin düzeldiği gün bu ülke yaşanabilecek bir cennet olacaktır.

12.11.2009

6 Kasım 2009 Cuma

Cuma Müslümanları

Şu Cuma günlerinde anlamadığım bir hadise yaşanıyor. Malum sınavlara hazırlanırken sürekli ev- okul- dershane üçgeni arasında mekik dokuyorum. Özellikle Cuma günleri Cuma namazından dolayı bir trafik oluyor. Hem de inanılmaz bir trafik. Bu trafik esnasında sürekli kafamdan bin bir türlü düşünce geçerdi. Ama bir türlü kaleme alma vaktim olmazdı. Sonunda kaleme alma fırsatı buldum şükürler olsun.

Gelelim hadiseye; konu namaz olunca Kuran- Kerim’ den alıntı yapmadan geçilmez. Cuma suresi 9. ayet derki:

Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.

Bu ayetten anlaşılacağı üzere Cuma namazlarına Kuran’da ayrı bir önem veriliyor. Neden ? Çünkü, bu namaz da hutbe bölümü var ayrıca cemaatle kılınıyor. Din üzerine fazla bir bilgi birikimi yok o yüzden yüzeysel geçiyorum. Sonuç olarak Cuma namazının önemi var ama

Nisa suresinin 142. ayeti derki:

Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az anarlar.

Yani şunu dile getirmek istiyorum. Cuma namazının önemi büyüktür evet buna katılıyorum ama diğer namazlarında önemi vardır. Yani Müslümanlığın şartlarından biri olan namaz kılmaktır. İmanın beş şartı arasında duydunuz mu hiç Cuma namazı kılmak diye ayrı bir madde. Hayır yok çünkü imanın şartlarından biri namaz kılmaktır sadece Cuma namazı kılmak değildir.

Çok şahit olduğum hadiselerden birine değineceğim şimdi de. Rakı sofrası diye tabir edilen ortamdaki kişilere bakın çoğunluğu Cuma günü içki içmemeye çalışır. Sebep: ‘’ Bugün Cuma!’’ Ne alaka? Bu yaşıma kadar anlayamamışımdır. İçki içmek her zaman günahtır.

Bakara suresi 219. ayet derki:

Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahiri) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür." Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "İhtiyaçtan arta kalanı." Allah size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.

Bu ayetten de anlaşılacağı gibi içki her zaman günahtır. Cuma günü içsen de başka gün içsen de. Yani içiyorsan Cuma günü de iç. O kadar komik bir manzara oluyor ki içki içenlerin Cuma diye içmemeleri. Ben bu insanlara Cuma Müslümanları diyorum. Nasıl iyi demişmiyim? Çünkü sadece Cuma günleri Müslüman olmaya çalışıyorlar.

Şimdi başta bahsettiğim namaz konusuna tekrar döneyim. Cuma namazına gidilmesi evet faydalıdır diye Kuran’da da geçiyor ama diğer namazları kılmıyorsun da niçin sadece Cuma namazını kılıyorsun? Madem kılmasını biliyorsun diğer vakitler de kıl. Her Cuma olan o koşuşturma hadisesi hakikaten komik. Bugün Cuma diye ortada bir hareketlilik. Madem Müslümanlığa önem veriyorsun ey Cuma Müslüman’ı diğer günler de bu iman damarın niye depreşmiyor? Aa pardon unuttum sen Cuma Müslüman’ ıydın dimi. Sadece Cuma günleri ibadet eden. Umarım mesaj yerine ulaşmıştır.

06.11.2009

Buram buram torpil kokusu

Burası Türkiye, diye bir tabir oluştu lügatlerimizde. Halk arasında konuşulanlar zaman geçtikçe yeni lügatlerimizi oluşturmaya başladı. Gelelim burası Türkiye, tabir inine. Bu tabir daha çok Türkiye’ de dönen olaylara, yolsuzluklara, adam kayırmalara, torpillere daha sayamadığım daha nice usulsüzlere alışanların artık bir şey yapamayıp sessiz kalarak kullandıkları bir tabirdir. Tabi bu usulsüzlükler güya göstermeden yapılıyordu lakin son gerçekleşen olaylardan bir artık göstere göstere deyim yerindeyse usulsüzlüğün olacağını haber veriyor. Ne mi bu olay?

Baştan anlatmaya başlayayım. İnternet üzerinden Bir İletişimcinin Günlüğü - http://mehmetortac.blogspot.com – başlığı altında yazılarını yayınlayan Mehmet Ortaç’ dan başlayayım. Mehmet Ortaç, benimden yakından takip ettiğim medyayı iyi sentezlediğine kanaat getirdiğim ender insanlardan biridir. Her zamanki gibi sitesindeki yazılarını okurken son yazısındaki serzenişine ortak olmak istedim. O da TRT’ nin son olarak yaptığı davranış.

İlk önce olaydan bahsedelim. TRT eleman arıyoruz diye ilan verdi. Verdiği ilana göre;

10 Stajyer Spiker,
40 Stajyer Muhabir,
60 prodüksiyon hizmetleri ağırlıklı çalışmak üzere Yapım ve Yayın Görevlisi,
15 kurgu ağırlıklı çalışacak Yapım ve Yayın Görevlisi,
15 ses ağırlıklı görev yapacak Yapım ve Yayın Görevlisi,
20 ışık ağırlıklı iş yapacak Yapım ve Yayın Görevlisi
20 resim seçici ağırlıklı görevde bulunacak Yapım ve Yayın Görevlisi

İşe alınacak. Peki sizce işe almak için aranan koşullar nelerdir? Bir devlet kurumu ve devletin tek medya kuruluşu olan TRT de işe alınacak bir kişiden istenilenler ne olabilir? Bir düşünelim. Normal bir medya kuruluşunun bu kriterlerde eleman aradığını düşünelim. Ne isteyebilir? Öncelikli olarak hatırı sayılır bir üniversite mezunu olmak. En azından bir yabancı dil bilmesi. Medya üzerine staj yapması. Hadi o da olmadı medya ile alakalı bir iki belgesi olması. Hadi o da olmadı en azından medya ile alakalı iki üç şey bilsin.

Ben duyduğumda çok şaşırdım. Eminim ki sizde öyle olacaksınız. Yukarıda saydığımız işlere girmek için sadece KPSS sınavına girmeniz yeterli. Bi de zahmet üniversite bitirmek. Bu kadar. Kos koca TRT – ki artık gözüm de o kadar da kos koca değil – eleman almak için yaptığı duruma bak.

Buradan çıkan sonuç şu: İster mühendis ister gazeteci ister işletmeci – iktisatçı ne olursan ol gel. Biz nasılsa senin diplomana bakmıyoruz. Biz, amcana bakıyoruz babana bakıyoruz sen hiç umurumuzda değilsin baban önemli birimi amcan bizden mi biz buna bakıyoruz ha bide kaç soru ezberlemişsin ona bakıyoruz. Malum devlet memuru olacaksınız ezberlemek önemli.

Eskiden bu tür olaylardan çaktırmadan yapılmaya çalışılırdı. En azından çaktırmamaya önem verirlerdi bu kadar da göstere göstere olmazdı.

Bir de hatırlatmakta önem var. Artık aldığımız ürünlerdeki TRT ‘ ye verilen vergi miktarında arttırılmaya hazırlan alılıyor. Sonumuz hayır olur inşallah.

06.11.2009

1 Kasım 2009 Pazar

Look at the tabela !

Malumunuz geçen günler de bir derbi maçına şahit olduk. Her zaman görmeye şahit olduğumuz şiddet olaylarının ve futbolun yanı sıra üstünde durulması gereken başka bir husus vardır. O da Fenerbahçe futbol takımının ve ardından yapılan olaylar zinciridir.

Futbol maçı, Fenerbahçe taraflarının kendi evlerinde alışık oldukları galibiyetle sonlandı lakin bu sefer Fenerbahçeler değişik bir davranışta bulundu. Son yıllarda futbol takımları çeşitli maçlardan, olaylardan sonra tshirt bastırmaları ve bu tshirtlerin üzerine çeşitli mana yüklü ifadeler basmaları deyim yerindeyse bir gelenek oldu. Fenerbahçe’ de bu geleneğe uymuş olacak ki maçtan sonra ‘’ look at the tabela! ‘’ ifadeli tshirt bastırdılar. Sizce burada bir gariplik yok mu?

Uluslar arası haber ajansı CNN’ e göre Dünya’ nın beşinci büyük derbisi olan Fenerbahçe – Galatasaray derbisini kazanan takımın yapması gereken bir davranış mıdır bu? Siz Dünya’ nın beşinci büyük derbisini kazanıyorsunuz ve İngilizce ifadenin bulunduğu bir tshirt basıyorsunuz. Bu davranış ne kadar doğrudur? Dünya’ nın gözünün özerinde olduğu bir maçta Türk futbolunu, Türk futbolcularını göstermeye çalışıyorsunuz da Türkçe’ yi niye göz önünde göstermeye çalışmıyorsunuz? Futbolcuları Türkçe’ den daha mı iyi görüyorsunuz da Look at the tabele diye tshirt bastırıyorsunuz? Türkçe’ nin suyumu çıktı. O tshirt üzerine Tabela’ ya bak deseydiniz ne olacaktı? Sanki bu tshirtler Türkçe’ nin ana dil olduğu Türkiye’ nin dışında başka ülkelerde satılıyor. Diyelim ki satılıyor aksine bu tshirtlerin Türkçe baskılı olması daha hoş ve anlamlı olurdu. Sonuçta Dünya’ nın beşinci büyük derbisi yani Dünya’ nın en önemli beşinci maçı. Prestije bak. Bir de bu zaferi güzelim Türkçemizle kullandınız mı değmeyin keyfinize. Hem futbolunuzun reklamı oluyor hem futbolcularınızın hem ülkenizin hem de anadilinizin.

Bu hususta Fenerbahçe Futbol Takımı’ nın şu durumu da dikkat çekmektedir. Fenerbahçe Futbol Takımı, Atatürk’ ün de Fenerbahçeli olduğunu iddia etmektedir. İddia doğrudur veya yalandır bu husus önemli değil buradaki önemli husus başkadır. Bilindiği üzere Atatürk’ ün anadilimiz üzerine verdiği önemi bilmeyen yoktur. Yalnız Atatürkçülüğünle gururlanan Fenerbahçeliler unutuyorlar ki Atatürkçülük lafla olmaz icraatla olur. Ne alaka diyeceksiniz. Şöyle söyle yeleyim. Son olarak Fenerbahçe Futbol Takımı’ nın İngilizce olarak bastırdığı tshirtlerden bahsettik. Şimdi de Atatürk’ ün bir sözü üzerinde duralım. Atatürk derki:

“ Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.”

Yani Atatürk kısacası ne diyor: Türkçemize sahip çıkın ve onu koruyun. Fenerbahçe Futbol Takımı ne yapıyor İngilizce baskılı bir tshirt basarak biz anadilimizi koruyoruz, biz Atatürkçüyüz diyorlar. Aman ne güzel!

Ve böyle bir olayı kimse fark etmiyor. Başbakan bile. Türkçe’ nin anadil olduğu Türkiye’ nin başbakanı geçen gün Sabiha Gökçen Havalimanı’ nın yeni terminalinin açılışına katılıyor ve bu açılış sırasında Fenerbahçe Futbol Takımı’ nın satış mağazasının da açılışını yapıyor. Bu açılış esnasında kendisine ‘’look at the tabela’’ tshirtlerinden hediye ediliyor. Ve kendisi de bu olayı espriye vuruyor. Sizce bu davranış ne kadar doğrudur. Türkçe’ nin anadil olduğu Türkiye’ nin başbakanına İngilizce baskılı bir tshirt hediye ediliyor ve kendisi de sesini çıkarmıyor. Oh ne güzel! Başbakan bile artık Türkçe’ yi kale almıyor. Davos gibi Dünya’ nın ekonomik forumunda Filistin ‘ de ki Müslümanları düşünüyor da Dünya’ nın beşinci büyük derbisini kazanan takımın yaptığı bu davranışa niye sesini çıkarmıyor. Türkçemize niye sahip çıkmıyor. Davos’ ta Filistin’ de ki Müslümanları dikkat çekmek için tüm Dünya’ ya ‘’ one minute’’ dedi de bu olay karşısında niye sessiz kaldı. Ama üzgünüm biz bu olay karşısında sessiz kalmayacağız. Türkçemizi kaybetmeyeceğiz. Umarım Fenerbahçe Futbol Takımı’ da zafer sarhoşluğundan dolayı böyle bir davranış da bulundular ve en yakın zamanda bu hatalarını düzeltecekler. Tabi Türkçelerine saygı ve sevgileri yoksa o başka…..

01.11.2009