gencmanifesto kurulduğundan bu güne 33 ülke tarafından okuyucu bulmuştur. Aşağıda göreceğiniz sayacturka tarafından bu tesbitler yapılmıştır. Bu blogun hiçbir siyasi güç ile uzaktan yakından alakası yoktur. Tek amacı Türk Gencini daha iyi bir noktaya taşımaktır.

genmanifesto
genckalem92@gmail.com

desteklerinizi bekliyoruz

14 Temmuz 2010 Çarşamba

siyaset değil icraat yapın

Günümüzde birçok siyasi parti, birçok lider ve birçok kişi siyaset yapıyor ama icraat yapan yok. Hepsi yok şunu yapacağız yok bunu yapacağız diye geziyor. Hadi yap buyur dediğiniz de yan çiziyor halk tabiriyle.

Bir de dikkat edin çoğu belediye seçim dönemlerinde iş yapmaya başlar. E kardeşim şimdiye kadar neredeydiniz? Şunu daha önceden yapsana. Sonra o yaptığı yol, köprü artık ne yaptıysa bir an da çöküyor. O kadar hızlı ve baştan sağma yapıyor ki sırf oy alabilmek için. Hâlbuki o yapacağını seçildikten sonra yapsa halk ona zaten oy verir. Böyle yaparak kendilerini küçük düşürüyorlar.

Bir de seçim zamanları biz yok şu kadar tane yer açtık şu kadar tane şey yaptık diye her yere yazarlar. Arkadaş zaten o senin görevin halk seni seçiyor icraat yap diye ne bu görgüsüzlük? Evet, bu görgüsüzlüktür. Halk zaten onları senin yaptığını biliyor. Aptal mı bu halk? Biraz cahil olabilir ama aptal değil. Sen bu yaptıklarınla onları aptal yerine koyuyorsun.

Partini zenginleştireceğine ya da kendi adamalarını zenginleştireceğine halkı zenginleştirmeye kalk bak seni nasıl severler. Adam akıllı böyle düşünen bir siyasetçimiz yoktur. Halkı yürüyen oylar olarak görüyorlar. Kimse de buna ses çıkarmıyor.

Atatürk böyle miydi? Tamamen halkını düşünen bir adamdı. Halkın kalkınması için çalışan birisiydi. Halkımız o zaman şimdikinden daha cahildi fakat o çok kısa bir süre içinde birçok kişiye okuma yazma öğretti. O zaman koşullarında bunu yapabiliyor iseler biz şimdiki şartlarda nasıl yapamıyoruz? Halen halkımızda okuma yazma bilmeyen insanlar var. Çok mu zor bu insanlara okuma yazma öğretmek.

Kömür dağıtacağına insanlara kömürü kazanabilmeleri için imkân sağla. Kalem dağıt defter dağıt. Buzdolabı dağıtıyorsun insanlar bir ekmek alamıyor nasıl o dolabın içini dolduracaklar?

Bunda x partisi y partisi hatalı değil hepsinde hata var. Biri çıkıp da halkın refah seviyesini artırmaya çalışsın. Şehirlerde oturması yaşaması kolaydır. Gitsin köylere köylülerimizi bilinçlendirsin. Atatürk ne demiş? Köylü milletin efendisidir.

Atatürk’ü sadece işinize gelince kullanmayın. O adamı birazcık anlasanız zaten sizin oy denen bir sorunuz kalmayacak. Öyle biz şunu yaptık bunu yaptık diye de sağa sola yazmanız gerekmeyecek oylar size kendiliğinden gelecek.

Şu siyasete harcadığınız parayı icraata harcayın. Halka meslek edindirme kursları açın, kütüphaneler açın halkı bilinçlendirin. Lakin bu kimsenin işine gelmiyor. Neden? Çünkü hepsinin yaptığı kirli bir iş var. Halk bilgilenirse onların bu kirli işlerini görecek diye kimse yanaşmıyor.

Hâlbuki siyaset için onca uğraşıyorlar. Lobiler dönüyor, kulisler oluşturuluyor oydu buydu. Bir okuma yazma bilmeyen insana okuma yazma öğretmek ne kadar zor olabilir? Birisine meslek edindirmek ne kadar zor olabilir ya da durumu olmayan bir öğrenciyi okutmak ne kadar zor olabilir? Halka yatırım yaptığınız anda zaten onlarda size geri döner. Halka yatırım yapmak bu kadar mı zor? Çiftçiye yardım etmek, işçiye yardım etmek ne kadar zor olabilir? Emekçinin emeğini verdiğiniz anda onlar zaten size oy olarak dönecektir.

Bunun neresini yıllardır anlamadılar ben anlayamadım. Siyaset yapacağınıza icraat yapın

8 Temmuz 2010 Perşembe

Türkiye nasıl süper güç olacaktır?

‘’Türkiye Süper güç olur mu?’’ adlı yazımda da belirttiğim üzere Türkiye’nin süper güç olması kaçınılmaz bir sondur ama önemli olan nasıl olacağıdır.

Türkiye’nin Süper Güç olmuş halini düşünerek çeşitli senaryolar ürettik, kitaplar yazdık. Metal Fırtına serisi ve Türkler Geliyor kitapları bu düşüncelerin ürünüdür. Ortada bir gerçek var ve asıl soru bu gerçeği nasıl gerçekleştireceğimiz. Türkiye nasıl süper güç olacaktır?

Öncelikle şu özelliğini unutmamalıdır. O özelliği ise bağımsız bir devlet oluşudur. Ne olursa olsun Türkiye bunu unutmamalıdır. Başkalarının üzerinde siyaset yapmasını hak iddia etmesini engellemelidir. Başka devletlerin kirli emellerine alet olmamalıdır.

Daha sonra diline ve tarihine sahip çıkmalıdır. Türkçe, Türkleri birbirine bağlayan en önemli unsurdur. Eğer Türkçeyi kaybedersek birbirimiz arasındaki bağ yok olur ve sonumuz çok hızlı bir süreç izler. Ayrıca Türkçenin bir özelliği ise bizi tarihimize bağlamasıdır. Tarihimizi anladık mı zaten iş biter. Çünkü tarihimizdeki bir çok Türk devleti Dünya’ya hükmetmiştir. Şimdiki süper güç tanımı onlar için yetersiz kalır. Çünkü bu tanım şimdiki şartlar altında yapılmıştır. Bir devletin diğerini yakalaması kolaydır ama o zamanlarda daha da zordu. Avrupa’nın Osmanlı’yı yakalaması ne kadar uzun sürmüştür hepimizin bildiği bir gerçektir.

Coğrafyamızı iyi bilmeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları oldukça önemli bir noktadadır. Gerek Avrupa’ya yakınlık gerekse Asya’ya gerek Ortadoğu’ya gerek Karadeniz’e Ege’ye Akdeniz’e yani anlayacağınız Türkiye’nin coğrafik olarak konumu çok önemli.

Teknolojiyi sürekli takip etmeliyiz. Yeni gelişmelerden sürekli haberdar olmalıyız hatta kendimiz bir şeyler yapmaya çalışmalıyız. Gün gelecek teknolojiyi biz oluşturacağız.

Askerimize önem vermeliyiz. Yukarıda bahsettiğim coğrafik konumdan dolayı güçlü bir silahlı kuvvetine ihtiyacımız var. Yalnız askere ihtiyacımız var dedim yani vatanını koruyan siyasete karışmayan. Hatta bilirsiniz Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden askerler siyasete girdi diye bu cemiyetten ayrılmıştır.

Mustafa Kemal demişken Mustafa Kemal’i iyi bilmeliyiz. Ne yapmaya çalıştığını ne yaptığını niçin yaptığı çok iyi bilmeliyiz ama gerçek Mustafa Kemal’i başkalarının uydurmalarıyla oluşan değil.

En önemli kusurlarımızdan biri ise okumamamız. Çok okumalıyız. Çok okuduğumuz taktirde bilgi seviyemizdeki artış yine bize hakimiyeti getirecektir. Çok klişe bir yaklaşımdır ama doğrudur. Yukarda bir sürü şey anlattım. Kim bilir bu yazıyı kaç kişi okuyacak. Sırf bu yazıyı değil her hangi bir kitabı ya da herhangi bir gazetedeki her hangi bir haberi kaç kişi okuyor?

Gerçekten okumayı söktüğümüz zaman Türkiye süper güç olacaktır. Hepimiz ilkokulda iken okumaya başlamayı okumayı söktük tamam bitti gibi bakar. Hayır! asıl okuma bundan sonra başlar. Sürekli okuduğumuz zaman hiçbir derdimiz, tasamız kalmayacak. Çünkü göreceğiz bütün gerçekleri birilerinin ağzından yalan şeyleri öğrenmiş olmayacağız.

Türkiye’nin süper güç olması yakındır. Bunun içinde Mustafa Kemal’inde dediği gibi tek ihtiyacımız çalışkan olmak.
08.07.2010

24 Haziran 2010 Perşembe

Gözlerim yaşardı. Eski ABD başkanın danışmanından beklenmedik adım!

Bugün bir haber duydum ve peşine düştüm hakikaten de doğru mu diye. Çünkü ilk duyduğum da inanılması oldukça güç. Sayın Doc. Dr. ILKAY ORHAN yanlış anlamasın ama ilk duyulduğun da hakikaten inanılması güç bir durum. Ne mi o olay?

Bir Amerikan Başkanı’nın danışmanı, Sözde Ermeni soykırımını red etti. Aksine Ermenilerin Osmanlıları öldürdüğünü savundu. Bu haberin ayrı bir özelliği de ilk defa büyük bir devlet başkanının danışmanın bunu kabul etmesi. Tek kötü yani eski bir Amerikan Başkanı’nın danışmanı olması . Keşke danışmanı olduğu eski ABD başkanı Reagan’ın zamanında olsaydı ya da şimdi Obama’ nın danışmanları bir adım atsa.

Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Doc. Dr. ILKAY ORHAN bir çok kişiye ve haber sitelerine bir elektronik mektup atıyor. Bu mektup da http://www.huffingtonpost.com adlı site den Bruce Fein’ in yazısını Türkçeye çevirerek herkesi duyarlı olmaya çalışmış.

Bu mektupta ABD Başkanı Ronald Reagan’ın hukuk danışmanlığını yapan Bruce Fein, sözde Ermeni soykırımı iddialarını değerlendirmiş.. Ermenilerin bu iddialarının son derece asılsız olduğunu belirten Fein, Reagan’ın başkan olduğu 1981′de bu konunun Beyaz Saray tarafından araştırıldığını ve iddiaların asılsız olduğunun belgelendiğini söylemiş.

Bu haber de ayrıca dikkat çeken Fein’in açıklamaları şöyle:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklara karşı “müthiş” sayılabilecek bir özen gösterdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Azınlıklar, kendi dini özgürlüklerini ve hayatlarını son derece rahat bir şekilde sürdürdü.’’

“Beyaz Saray araştırma yaptı, Ermenilerin 2 milyon Müslüman Osmanlı’yı katlettiği ortaya çıktı. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor…”

Bunlar hepimizin bildiği şeylerdi ama sonun da bunu Dünya da anladı. Sayın Orhan’ a teşekkür ettikten sonra şu noktalara değinmek istiyorum.

Bruce Fein’in dediklerine diyeceğimiz yok ama neden şimdi de 1981 yılında değil? O zaman madem böyle bir araştırma yapılmış ve sözde Ermeni soykırımın asılsız olduğu açığa çıkmış neden 29 yıl beklenmiş? Bu soruların da yanıtlarını verseydi keşke. Lakin bu da bir gelişmedir. Her sene bizi tehdit ettikleri lobi faaliyetlerinde bunu kullanabiliriz. Asıl arşivleri açmaya yanaşsalar, görecekler ki böyle bir soykırım yoktur. Fein, çok iyi söylemiş arşivleri neden açmadıklarını. Çünkü onlar da biliyor. Bu iddiaların asılsız olduğunu.

Bir de Fein’in bir diğer eleştirdiğim noktası; Bunu keşke bir basın toplantısıyla duyursaydı. Belki de duyurdu ama biz duymadık fakat sanmam böyle bir açıklama olsa mutlaka duyulur. Sanal ortamlar da bir sürü iddia dolaşıyor. Ayrıca sanal ortamlar da fazla dikkat edilmiyor bu durumlara. Fein’in yapacağı o 1981 yılında yapılan araştırmayı da alıp, buyurun alın demesi.

Madem o yapmadı iş bize düşüyor. Bu tür haberleri sayın Orhan’ın da dediği gibi sanal ve matbu ortamlar da deyim yerindeyse yaymak.

Bir yandan kalleş pkk ile uğraşırken bir yandan da bunlarla uğraşmalı. Bir çoğumuz pkk ile nasıl olsa devlet uğraşıyor diye oturuyor işte vatandaş fırsat. Sen de taşın altına elini sok. Yok bu mesajı şu kadar kişiye göndersin şu olacak bu olacak şeklindeki şeylerle uğraşacağına bunlarla uğraş. Onlar sana bir şey kazandırmaz ama bu kazandırır. Sırf sana değil tüm halkına kazandırır. Bu tür girişimler de bulunmadığımızdan bunlar tepemize biniyor. Ne demiş şair ‘’ Yumuşak başlı isem sanma ki uysal koyunum’’

Adamlar olmayan olaylardan bize karşı hep güç buldular biz de pısırık pısırık durduk. Artık durma zamanı değil.

Yalnız bunu yanlış anlamayın. Hakkınızı aramak gayesiyle faşizanca faaliyetlere girmeyin. Bu bizi haklı durumunda iken haksız durumuna düşürebilir. Her şeyin bir yolu yordamı var. Biz vatandaş olarak bunu yetkilere duyurmalıyız. Onlarda gereğini yapmalı. Yapmadı mı biz de o zaman halk olarak yine hah, hukuk çerçevesinde yapılmasını gerekeni yaparız ama bu olaya duyarsız kalacak bir siyasetçi olduğunu sanmıyorum. Var ise de halk onu bir daha seçmez, seçmemeli de .

Sayın Orhan’ın da dediği gibi DUYARSIZ KALMAYIN. BU VATAN BİZİM UNUTMAYIN.....

24,06,2010

17 Haziran 2010 Perşembe

facebook'un kapatılması çok yakın

İnternetin herkesin bildiği üzere faydası olduğu gibi zararı da var. Sanal dolandırıcıcıktan tutunda pornografiye aklınıza gelebilecek her türlü zararlı şeylerin olduğu internette faydalı şeylerde yok değil tabi ama faydalarını sayarak başınızı şişirmek yerine geçen gün bana gelen bir yazı üzerine konuşmak istiyorum.

Facebook, günümüzün en büyük sosyal paylaşım ağı bilindiği üzere. Bu sitenin de kurucusu Mark Elliot Zuckerberg. Zuckerberg diş hekimi baba ve psikolog annesinin tek çocuğu olarak 1984'te dünyaya geldi. İlk programını 10 yaşındayken yazdı. Lisedeki başarılı notlarıyla ABD'nin en saygın üniversitelerinden Harvard'a girdi.
İlk yılında, okulun en yakışıklı ve en güzel öğrencilerinin seçildiği facemash.com sitesini kurdu. Sitede Harvard'daki tüm öğrencilerin fotoğrafları vardı. Ancak fotoğrafları bulmak için, üniversitenin veri tabanına girmesi gerekmişti.
Veri tabanını hacklediği ortaya çıkan Zuckerberg, disipline verilince okulu bıraktı. Harvardlı öğrencileri internet üzerinde buluşturmak için ikinci sitesi olan Facebook'u kurdu. Facebook, 18 ayda ABD'nin en büyük arkadaşlık sitelerinden biri haline gelince, yatırımcılarından ilgisini çekti. Zuckerberg, yatırımcılarla bir akşam yemeğinde buluştuğunda yaşı küçük olduğundan alkol bile içemediğinden, gece boyunca gazoz içti. 18 ay önce kurduğu sitenin bir bölümünü wall street yatırımcılara 60 milyon dolara sattı.
Dünya çapında 2 bin 200 üniversite, 22 bin lise ve 2 bin şirketin buluştuğu facebook, 2010 itibari ile 400 milyon kişiye yakın üyesiyle dünyanın en çok ziyaret edilen 7. sitesi 25 yaşındaki Zuckerberg, bilgisayar endüstrisinin yeni Bill Gates'i olarak nitelendiriliyor.
Biz bu arkadaşın kurduğu siteyi çok benimsedik. Başlarda sadece İngilizce bilen kişiler olmasına rağmen şu anda sitenin dil seçeneklerinde Türkçe’nin olmasıyla oldukça ilgi gördü. Neredeyse insanlar zamanlarının hepsinin burada geçiriyorlar, sırf profillerine düzgün resim koyabilmek için orada burada resim çektiriyorlar. Başlarda bu amaçlar için kullanılsa da bu site bir süre sonra çeşitli işlere de alet olmaya başladı.
Hz. Muhammed’ e yapılan hakaretten sonra zaten oldukça tepki çekti. Bir grup arkadaş bu olaya karşı millatbook’u kurdu ama o sitenin de anadili İngilizce. Eğer o site dil seçeneklerine Türkçe’yi ekler ise facebook özellikle muhafazakar kesim dediğimiz kitleyi kaybedecek ama şu anda millatbook’un öyle bir girişimde olduğu söylenemez.
Daha sonra bu facebook siyasete de bulaştı hatta geçenlerde Kemal Kılıçdaroğlu buradan bir mesaj yayınladı.
Gelelim tüm bunları niye anlattım. Geçenlerde bana bir grup daveti geldi. Anti Tayyip Erdoğan… Tabi ki de üye olmadım. Ne anti Tayyip Erdoğan ne anti Kemal Kılıçdaroğlu ne de başka bir gruba. Çünkü onlar halkın seçtiği halkın güvendiği insanlar. Böyle iğrenç hitaplarla onları ve onları destekleyenleri kötülemem. Çünkü onlara anti demek onları destekleyenlere de anti demektir ki akp hükümeti bu ülkenin büyük bir çoğunluğunu temsil ediyor ne yani şimdi bu ülkenin çoğunluğunu hiçe mi sayacağız.
Dediğim o grubu incelemeye devam ediyorum. Orada şunu gördüm ki sadece Sayın Başbakan’a değil Yiğit Bulut’a da iğrenç hitaplar vardı. Bu arada bunun gibi gruplar oluşmaya devam ederse facebook’u da kapatabilirler. Youtube nasıl kapatıldı? Kişi hak ve hürriyetlerine saygılı olmadığından. Bu ne arkadaş sövmedik adam bırakmıyorsunuz!
Yiğit Bulut’a ‘’ ünlü dönek’’ demişler. Arkadaş bu nasıl bir hitap şeklidir! Yiğit Bulut’u sevmeye bilirsin ama bu iğrenç hitap ne? Hadi Recep Tayyip Erdoğan’ı sevmiyorsun anladık. Sandıkta da bunu göstersin. Sevmeye bilirsin kafana silah mı dayıyoruz Kenan Evren gibi Oy ver oy ver diye. İster ver, ister verme kişisel tercih ama tepkini de belirtiyorsun da Yiğit Bulut’un suçu ne? Ona sandıkta cevap veremediğinden mi bu iğrenç hitap. Sonra bir gün facebook da kapatıldığında, facebook u da kapattılar youtube da yok anadan girer bacıdan çıkarsın.
Arkadaş! Sen böyle millet hakkında atım tutarsan, onların kişisel haklarına saldırırsan tabi kapatırlar. Aynı şeyi sayın Kılıçdaroğlu’na yapsalar ya da bir cumhuriyet yazarına dönek deseler senin gibi etmedik laf bırakmazsın da sen niye millete yapıyorsun.
Bir ata sözü vardır bilir misiniz? Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma!!
17,06,2010

27 Mayıs 2010 Perşembe

hayat ne garip! utancın 50. yılı

Cem Karaca’nın ve Mahsun Kırmızıgül’ün birlikte düet yaptıkları bir şarkı vardı hatırlar mısınız?

Ne varsa dünyada bir rüya demek
Biraz da hayatı boşvermek gerek
Her şeyin çaresi sevmektir sevmek
Hayat devam ediyor bak
En güzel şey mutlu olmak
Gideceğiz çırılçıplak
Hayat ne garip ooof
Hayat çok garip

Gün gelir yalnizlik korkusu cöker
Hayat film gibi "son" yazar, biter
Dert etme kendine, gülümse yeter
Hayat devam ediyor bak
En güzel şey mutlu olmak
Gideceğiz çırılçıplak
Hayat ne garip ooff
Hayat çok garip

Yalan olur bir gün yalan
Yaşadığın aşkın sevdan
Yaradandır baki kalan
Hayat ne garip offf
Hayat çok garip

Hayat Ne Garip adlı bu şarkıyı 50 sene öncesinde olduğunuzu düşünerek dinlemenizi öneririm. Tam 50 yıl oldu. Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilişi tam 50 yıl.
Aslın da orada idam edilen sadece onlar değil bir halk tı. Halkın iradesiydi. Bir başbakan bir bakan ama ondan öncesi halkın seçtiği bir insandı ve işin garip yanı sonra bu idamların olmasını sağlayan zihniyet yanlış yapmışız dedi. İşte karşınızda hayat ne garip dedirten bir tablo.

Adnan Menderes, halkının verdiği güçle gitti dar ağacına. Yalnız bu kenan evrenin arkasına sığındığı kafasına silah doğrultarak oluşturulan bir güç değildi. Halkın hür iradesiyle oluşmuş bir güçtü.

Adnan Menderes, bu topraklara duyduğu aşkla sevgiyle gitti o ağaca
Yalan olur bir gün yalan
Yaşadığın aşkın sevdan
Yaradandır baki kalan
Hayat ne garip offf
Hayat çok garip
Daha sonrada sanki dalga geçer gibi özür dilediler. Orada olan onların bir akrabası olsa, eşi dostu olsa nasıl tepki verirlerdi acaba bırak halkın seçtiği bir insan olmasını sadece tanıdıkları bir insan olsa ne tepki verirlerdi?

Şunu hiç unutmayın bu topraklara hizmet eden birini astık ama kundaktaki bebekleri öldüren, masum insanları kalleşçe katleden, kadınlarımıza tecavüz eden birini asmadık. Bu tabloyu iyi görmek gerekir. Bir yanda halkın seçtiği bir insan bir yanda terörist başı.

Hiçbir insan asılmamalıdır. Cezası ne ise çekmelidir. Bizler Müslüman isek İslamiyet’in dediği gibi yaratılanın canını yine yaratan alır mantığıyla bakmamız gerekir olaya.

Bırakın sadece Müslüman olmayı Sosyalist isek Komunist isek o isek bu isek hepsinin temelinde önce insan yatar. Önce insan. İnsan olma bilinci.

Ve hala bu olayın suçlularını cezalandırmadık. Bırakın onları 12 eylül darbesini bile yapanları cezalandırmadık ama nedense Ergenekoncuları yargılamakla yetindik. Neden çünkü onlar şimdi ki iktidarı hedef almıştı. Arkadaş eğer darbecilere karşı isen hepsine karşı ol! Sadece sana yapılanları yargılamakla adalet yapmış olmuyorsun.

Ergenekon bir darbeye teşebbüs olayıdır. Madem teşebbüs yargılanıyor fiili yapanlarında yargılanması lazım. Niye yargılanmıyorlar? Niye 27 mayısçılar, 12 eylülcüler,28 şubatçılar yargılanmıyor? Ergenekoncularında yargılanması lazım darbecilerinde
Ben bunu söyledim mi herkes sözde destek oluyor ama fiile dökmeye gelince kimse yanaşmıyor. Elbet yapan cezasını bulur. Gönül ister ki bu dünya da cezasını çeksin ama…

Gün gelir yalnizlik korkusu cöker
Hayat film gibi "son" yazar, biter
Dert etme kendine, gülümse yeter
Hayat devam ediyor bak
En güzel şey mutlu olmak
Gideceğiz çırılçıplak
Hayat ne garip ooff
Hayat çok garip


27 MAYIS 2010 ( utancın 50. yılı)

20 Mayıs 2010 Perşembe

yazmak için yazmak mı okunmak için yazmak mı?

Her gün birileri bir şeyler yazıyor. Gazeteler, dergiler hatta her gün yeni kitaplar çıkıyor ama bu yazılanlar hangi amaçla yazılıyor hiç düşündünüz mü?



Bu kapsamda amaçlar çeşit çeşit ama toplumu eğitmek için yazanların sayısı oldukça düşük ya da toplum için yazdığını düşünüyordur ama kullandığı kelimeler, cümleler kısacası dili halkın anlayabileceği cinsten değildir. Hep dillendiriyorlar bu halk okumuyor diye ben de hep söylüyorum onlara kendinizde hiç suç aradınız mı ? Oturduğun yerden yorum yapmaktan kolay bir iş yoktur. Elini taşın altına sok deyince kimse yanaşmıyor.



İlk kitabım için yayınevi ararken oldukça edebiyatçıyla temas halindeydim. Çoğunluğu edebiyatın uzun uğraşlar sonucunda olacağını biraz daha çalışmamı söylediler. Peki şöyle söyleyeyim onlar çalıştı da kaç kişi okudu? Okuyan kişiden kişiye fark vardır evet katılıyorum ama böyle böyle halkımızı bilinçlendireceğiz. Halkımız zaten okuma fobisi olan bir halk biz bir de edebiyat yaptık mı iyicene soğuyor.



Okullarda neden en sevilmeyen ders edebiyattır hiç düşünüyor musunuz bunları? Edebiyat bizim edebiyatımız kültürümüz neden sevilmiyor bunları hiç düşündünüz mü? Öğrenciler edebiyatı sevmiyor deyip bir kenara çekilmek olmaz. Benim ne hocalarım oldu tüm derslerde uyuyan ama edebiyatı zevkle dinleten hocalarım oldu ama ne hocalarım da oldu edebiyat dersinde horultular arasında ders işlemek zorunda kalan. Halkı tanımak çok önemli.



O Müslüman o Hıristiyan yok onun gözü mavi bunun burnu uzun. Yok arkadaş eğer bir yazar belirli bir kesime yazıyor ise o yazar değildir. Çünkü yazar evrensel bir kelimedir ve adı üstünde evrensel yani herkese hitap etmeli. Öbürü nedir ? Egoisttir bence. Çünkü kendi çevresinin anlayabileceği şekilde yazıyor ve o çevre onu anladığı için onu destekler. Tanıdığımız insanlar zaten bizi destekler. Önemli olan tanımadığın insanlardan destek almaktır. Başlarda sıkıntı çekebiliriz ama böyle böyle bu halkı bilinçlendireceğiz.



İçimden yazmak geldi yazdım veya yazamasaydım edemezdim diyen bir çok entelektüel insanımız var. Halbuki onların görevi halkımıza yön çizmek olmalıydı. Kendi bencil zevklerini anlatmak değil, halkımızın derdine divane olması lazım.



Akşam yediği havyarı ya da ördeği değil pazar da domatesin neden pahalı olduğunu yazmalıdır. Eğer yazar halkını yansıtmazsa halk onu sevmez. Bazıları halkı düşünmüyor parasını nasıl olsa alıyor. İşte bu kişilere de medya patronları yapacağını yapmalıdır.



Sanatın sanat için yapılabileceği yerler de vardır. Yapabileceğiniz yer de yapın bunun sonuna kadar arkasındayım ama bir gazetedeki köşende yani halkın olduğu yerde sanatı toplum için yap.



Sanat hem sanat için yapılmalıdır hem de toplum için. Önemli olan yer ve zaman. Bu ince ayarı iyi yapmak lazım. Ben havyar yemeyi seviyorum diyebilirsin. Ye kardeşim afiyet olsun hele hele yerli havyarsa helali hoş olsun. Ama gidip de yok şuranın havyarını şuranın şarabıyla içtim yedim diye köşende yazma orası halkın bilgi alanı halkına sırtını dönme.



Senin orda olmanı sağlayan halan, amcan, teyzen olabilir ama indirecek olan halktır. Bak tarihe padişah bile olsa halk onu bile indiriyor sen kimsin?

20,05,2010

17 Mayıs 2010 Pazartesi

kavramları bilmemek

Hep şu kavramlar konusunda sorun yaşadığımızı dillendirir dururum. Kavramları teoride biliriz ama iş pratiğe dökmeye gelince nedense pek de işimize gelmez. Özgürlük deriz, adalet deriz ama iş kendi menfa aletlerimizi zedeliyor ise yan çizeriz halk deyimiyle.



Özgürlük nedir? Özgürlük, başkasının özgürlüğünü kısıtlamamak şartıyla istediğimizi yapmaktır. Nedir bunlar? Fikir özgürlüğü, vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü vs. Bu hak bize doğuştan verilir. Fransız İhtilali’nden sonra farkına varsak da bunun doğuştan verildiğini hatanın neresinden dönersek kardır. Ama şu da bir gerçektir Osmanlı bunu kısmı de olsa gerçekleştirdi.



İslam dininin temelinde hoşgörü yatar. Bu hoşgörü sayesinde herkes birbirine saygılıdır. Dininde, işinde, gücünde bir bakıma özgürlüktür. Tam anlamıyla değildir ama temele baktığımızda bu yatar.



Şimdi gelelim neden bunları tekrar dillendirdiğime. Geçen gün sevgili yazarlarımızdan Av. Burak Canlı’ ya saldırı haberi geldi. Burak Bey ile bir çok site de beraber yazıyoruz arada bir de elektronik ortamdan mektuplaşıyoruz, yorumlarımızı paylaşıyoruz. Bir bakıma görüşlerimizle, fikirlerimizle kalemimiz aracılığıyla bu topraklara hizmet etmeye çalışıyoruz.

Gelin görün ki o mektubu alınca çok üzüldüm.



Hem Burak Bey’ e yapılanlardan dolayı hem de halkımız içinde cahil kesimin bir kez daha ortaya çıktığından. Yukarda bahsetmeye çalıştığım gibi kavram bilgimizde ki cahilliğimiz bir kez daha ortaya çıktı. Halbuki okullarımızda öğretilir, ailelerimizde öğretilir özgürlük başkasının özgürlüğünü zedelediği anda ortadan kalkar.



Düşünceler ne olursa olsun yanlış ya da doğru hiçbir kişiye düşündüklerinden dolayı bir saldırıda bulunamayız. Düşünce yanlış ise hukuk var. Kişi adalet karşısında cezasını çeker ama eğer doğru ise toplum tarafından desteklenir. Tabi düşüncenin doğruluğu ya da yanlışlığı öznel kavramlardır lakin bu tür davranışlara girişilmemelidir. Bu tür davranışların doğurduğu sonuçlar tarih sahnelerine epeyce yer almıştır. Hitler ya da bir Mussolini yaptıkları ve sonucunda olanlar bunlar ne zaman unutuldu.



Hatırlarsınız aynı olay Rasim Ozan Kütahyalı’ ya da olmuştu. Daha yakın zamanda Taner Yıldız ve Ahmet Türk olayları da. Bu ülkeye ne oluyor Allah Aşkına!



Aynı toprak üzerinde kardeşçe yaşamak var iken ne oluyor böyle? Fikirlerimiz düşüncelerimiz farklı olabilir ama hepimiz bu ülke için icraatlarda bulunuyoruz. Aynı toprakları aynı bayrak aynı millet için savunuyoruz. Zaten bu amaç çerçevesinde değil iseniz bu topraklarda işiniz ne? Bir tek amacınız olabilir ona da bu toprakların, bu insanların izin vereceğini hiç sanmıyorum.



Çanakkale ve Kurtuluş Savaş’ları Emperyalist güçlere bu insanların kim olduğunu gösterdi. Yine olsa yine gösteririz. Onların amacı bu insanları birbirine düşürmektir. Bunun farkına varalım.



Şöyle bir durumda var. Bu topraklar da yaşayan insanların bir çoğu Müslüman’dır. İslam’ da yaratanın canını yine yaratan alır ifadesi açıktır. Bir çoğumuz bu ifadeyi teoride biliyoruz ama fiile geçiremiyoruz. Asıl olan fiile geçirmektir. İşte bu fiile geçirme olayında da bazı güçler halkımızı kullanıyor. İşte bu yüzden çok okumalıyız. Çok bilgilenmeliyiz. Çok bilgilenmeliyiz ki başkaları bizi oynatamasın.



17,05,2010

12 Mayıs 2010 Çarşamba

ygs de yaşanan skandalın perde arkası

Bir çok yer Y.İlker Şahin’in ygs sonuçları geziyor. Adayın açıklanan netleriyle açıklanan puanı arasındaki uyuşmazlık herkesin dikkati ni çekiyor. Halbuki çoğu kişi ösym’nin görme engelliler için yürüttüğü uygulamayı bilmiyor ve hemen komplo teorileri çıkarıyor. Yok Mehmet Ali Şahin’in oğlu yok Uşak Emniyet Müdürü’nün oğlu yok şu yok bu ösym de torpil dönüyor vs vs.

Öncelikle bu kişinin bilinçli olarak sınav sonucuna bakıldığına ve basına sızdırıldığına inanıyorum. Çünkü ülkemiz de bir çok görme engelli vatandaşımız var ve hepsine aynı uygulama yapılıyor ama neden sadece bu şahsın sonucu üzerinde duruluyor. Bu bir karalama kampanyasıdır.

Evet Ösym geçen sene bir skandala imza attı ama sadece bir davranıştan genellemeye varamayız. Bu adayımızın çeşitli yerlerden TC kimlik numarasına ulaşabilirsiniz – birileri kişi hak ve özgürlüklerine bakmaksızın sanal ortamlara verdiğinden- ve sgk da kontrol ettirebilirsiniz. Adayımız görme engelli ve görme engellilerin Türkçe netleri dışındaki netleri açıklanmıyor sadece puanları açıklanıyor. Zaten şekilli sorulardan muaflar ayrıca sınava çeşitli gözetmenler aracılığıyla giriyorlar. Hadi birilerinin dediği gibi torpil oldu. O zaman tüm görme engelli vatandaşlarımıza torpil yapıldı. Neden olaya böyle bakmıyorsunuz da araştırmadan etmeden bu şahsı suçluyorsunuz.

Ayrıca yapılan açıklama da şöyle;

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, söz konusu puan kartının, görme özürlü bir adaya ait olduğunu ve onlara özel bir değerlendirmenin yapıldığını belirterek şöyle konuştu:
"Adayın sadece Türkçe’de değil tüm testlerde doğru ve yanlışları var. Görme özürlü adaylar, şekilli soruları cevaplamadıkları için, kafa karışıklığına neden olmasın diye Türkçe dışındaki doğru ve yanlış sayılarını vermiyoruz. Verildiğinde bu kez de kıyaslamalar yapılarak, onun üzerinden yanlış yorumlar yapılabiliniyor.
Bundan sonraki sınavlarda, puan kartlarının altına not düşmemiz en doğrusu olacaktır.
Ortada bir yanlışlık ya da kasıt bulunmuyor. Sadece eksik bilgilendirme var. Bunu da telafi edeceğiz.''

Birisine iftira atarken onu suçlarken iyicene araştıralım. Benim de dershanemde görme engelli arkadaşım var. Ona bile dershanem de sınavlarda ayrı gözetmenler aracılığıyla sınav yapılıyor ayrıca puan hesaplanması da ayrı çünkü muaf olduğu sorular var. Napalım görme engelli diye bir de biz mi engelleyelim onu. Görme engelli olması onun suçu değil. Biz de bu durumu onun lehine çeviriyoruz. Onun da yaşamaya hakkı var.

http://www.trbhaber.com/haber-ygs-de-skandala-mi-imza-atildi-t2204.html bu adres de adayın hem sınav sonucu hem de sgk kaydı var. Girin inceleyin.

12,05,2010

7 Mayıs 2010 Cuma

neden geyik muhabbeti

Aslında bir çoğumuz bu soruyu sorarız ve cevap veremeyiz. Neden geyik muhabbeti denir, neden geyik vs vs sorular böyle çoğalır. Geçen gün benim de aklıma takıldı. Biraz araştırmayla başladım bazı bilgiler elde ettim. Şöyle başlayalım.

Neden geyik muhabbeti yaparız?

Bu biraz eskilere dayanıyor. 1900 lü yıllarda dünya da hızlı bir sanayileşme görülür. Bununla beraber ülkeler arasında ekonomik rekabet ve bunun doğurduğu sonuçlar görülür. Ham madde yarışı, teknoloji yarışı ve bunların tetiklediği sömürgecilik. Hayliyle ülkeler arasında böyle bir yarış var iken rekabetten doğan savaş da kaçınılmaz olur. 1914 de patlak veren 1.Dünya Savaşı’nın temel sebebi ekonomik yarış. Bu savaş ülkeler bir yana insanlara oldukça zarar vermiştir hem maddi hem manevi. Manevi boyutu daha fazla olacaktır ki bir çok insanın psikolojik sorunlar yaşadığını görürüz.

Tam bu sırada edebiyatta Dadaizm akımı açığa çıkar. Hiçbir kural tanımayan, akıl dışılığa ve anlaşılmazlığa sapan bir sanat akımıdır. 1.Dünya Savaşı sonrasında Tristan Tzara öncülüğünde ortaya çıkmıştır. Dadaistler, her türlü sanat ve edebiyat kuralına karşı çıktıkları için sanat anarşisti sayılmışlar.

Dünya yerinde durduğu gibi durmadığından 2. Dünya Savaşı’nda patlak vermesi kaçınılmazdı. Dünya yine bir savaş buhranı için girmiştir. Daha 1.Dünya Savaşı’nın yaralarını saramayan insanlar bir savaşla daha yıkılmışlardır ve bu seferki yıkımlar daha ağır olmuştur. Gerek maddi yönden gerek ise manevi yönden.

Bu sefer de 2.Dünya savaşı’nın yarattığı yıkım sonucu doğan sanat ve felsefe akımı egzistansiyalizm( varoluşçuluk) ortaya çıkmıştır. Varoluşçulara göre insanın kendisini yaratması ve aşması gerekir. Bunun için de insan, asıl varoluş gerçeklerine dönmelidir. İnsan, kendini aramalı, varoluş gerçeğini bulmalı, kendi özünü elde etmelidir.

Ve bunlar yetmiyormuş gibi bir de patlak veren Soğuk Savaş dönemi. İnsanlar artık iyicene bunalmış, harap olmuştu. Özellikle de psikolojik olarak oldukça zarar görmüşlerdi.

Dünya’yı etkileyen bu genel savaşların yanında bir de ulusal kurtuluş savaşları. Ülkemizdeki gibi Kurtuluş Savaşı’mız gibi bir çok ülkenin bağımsızlık savaşları. Kıbrıs Savaşı, Kore Savaşı…. Savaş, savaş artık insanlar bu kelimeden iğrenir oldular.

Bu kadar savaş buhranları içinde yok olan psikolojiler boş şeylere yönelmeye başladılar. Hayatları amaçsız şekilde yönlendirmeye başladılar. İşte geyik muhabbeti dediğimiz o boş uğraş bu yollar da ortaya çıkmıştır. İnsanların savaşlar ve hayat zorlukları arasında sıkışmış hayatlarından. Bozulan psikolojilerden doğmuştur.

Şimdi bile çıkın sokağa gençler zor olanla uğraşmak istemiyorlar bile. Hayatlarını boş geçiriyorlar bir amaç çerçevesinde değil anı değerlendirmek için yaşıyorlar.

Peki neden geyik?

Aslında geyik hayvanına acıyorum bu yakıştırmaya maruz kaldığından. Hiçbir hayvan bu tür saçma işler için kullanılmamalıdır lakin bu vakitten sonra elden ne gelir. Her hayvan, her canlı bu dünyaya bir amaç için getirilir bu tür saçma bir şey için hiçbir canlının alet olmasını istemem. Geyik olayına gelir isek. Sanırım bu olayın sorumlusu Baron Münchausen.

St.Petersburg balmumu heykel sergisinin sergi organizatörü Jale Kuşhan, halkın dilinde dolaşan "geyik muhabbeti" sözünün de Münchausen'den geldiğini söyledi. Münchausen'in, hikayelerinden neden "palavracı" olarak anıldığının anlaşıldığını belirten Kuşhan, "Baron Münchausen, Alman asıllı bir hikaye yazarı. Baron, o yıllarda halk arasında 'palavracı' olarak biliniyor. Türkçe'ye çevrilen hikayelerinden okuduk ve gerçekten Baron'un yazdığı hikayelerin palavra olduğunu anladık. Mesela bir hikayesinde, 'Bir gün ormanda avlanmaya gittim ve karşıma bir geyik çıktı. Cephanem bittiğinden dolayı geyiği avlayamadım. Geyik de bana alay edermiş gibi baktı ve bende kiraz yiyordum. Kirazın çekirdeklerini tüfeğe koydum ve alnının ortasından vurdum. Geyik ilk başta biraz tökezledi ama kaçmayı başardı. Bir yıl sonra ormanda avlanırken bir geyik gördüm. Baktım geyiği tanıdım. Çünkü alnının ortasında kocaman bir kiraz ağacı vardı. Geyiği avladım ve kirazlarından yedim. Hayatımda yediğim en tatlı kirazlardı onlar' diye anlatıyor. Baron'un diğer hikayeleri de bunun gibi asılsız. Halk arasında 'geyik muhabbeti' sözünün Baron'un bu hikayelerinden geldiği söyleniyor" dedi.

Açıkçası bu bilgiler internetten. Ansiklopedilerde neden geyik muhabbetine neden geyik muhabbeti denir türünden bir bilgi yok. Varsa da ben görmedim. İnternette bulduğum bir diğer bilgi ise;

geyik muhabbetinin asil kökeni geyiklerin baş başa verip çene takırdatmasından ileri gelir. olay şöyle; ren geyikleri kisin ahırlarında üşüdükleri zamanlarda birbirlerine iyice sokulurlar, ancak boynuzlar birbirlerine çok iyi temas etmelerini engellediği için yine de çok yanaşamazlar birbirlerine ve üşürler. haliyle çeneleri titrer ve sanki kafa kafaya vermişler de konuşuyorlarmış izlenimi yaratır görüntü. iste geyik muhabbetinin asil kökeni budur

bir diğer bilgi ise

geyiklerin çok soğuk havalarda daha öncede yazılmış olduğu gibi donup ölmemek için bir araya toplanıp genelde çembere benzer bir şekil alıp nefes alıp vererek ortamı ısıtmaya çalışmaları insanların da bir araya toplanıp onlar gibi ağızlarını oynatmalarına benzetilmiş.

Türlü türlü bilgiler dolaşan internette konu ile ilgili mantığa yatkın olarak bu bilgileri buldum.
Hatta Sponge Bob’ un yaratıcısının bir röportajı vardı o nu da bulsam paylaşmak isterdim ama bulamadım. Aklımda kaldığı kadarıyla. Çizer eğlenmek için bir şeyler karalıyor ve bu kadar aptalca şeyi insanların sevebileceğine ihtimal vermiyordu ama tuttu. O kadar aptal şeyler izlenme rekorları kırıyor. Sponge Bob’ un da geyik muhabbetinden aşağı kalır yanı yok.

İnsanlarımız geyik muhabbetini bir ihtiyaç haline getirdiler. Yapamadan edemiyorlar. Yorucu hayat tempolarında nefes almak olarak algılıyorlar geyik muhabbetini. Halbuki bu olay belirli bir süre ile kısıtlı kalsa içim yanmayacak. Her dakika geyik yapan insanlarımız hayatlarını amaçsız yere harcıyorlar farkında değiller. Ve bu yüzden hep birileri tarafından kontrol ediliyorlar. Çünkü amaçsız yaşıyorlar.

07.05.2010

1 Mayıs 2010 Cumartesi

doğa için çal

Elimizdekilerin değerini hep kaybedince anlarız. Tıpkı ömür gibi. Ömrümüzün kıymetini ölünce anlarız. Keşke deriz. Keşke bu da olmasaydı ama artık çok geçtir.

Bize uzatılan elleri ya kırarız ya da harap ederiz. Hiçbir zaman kıymetini bilmeyiz. Tıpkı doğaya yaptığımız gibi. Doğanın bize verdiği nimetlerden hep fazlasını istedik ya da bencilce zevklerimiz yüzünden onu harap ettik. Şükretmesini bilemedik. Ağaçları kestik; üç beş tane ev yapabilmek için. Dağları oyduk; yollar yapabilmek için. Yollar yaptık ki üzerinden arabalar geçsin diye. Arabalar yaptık ki benzinle çalışsın ki doğal kaynaklarımızı sonuna kadar kullanalım diye ayrıca karbondioksit gazıyla dünyayı kaplayalım diye.

Doğanın bize verdiği cömertçe nimetlerin farkında değiliz. Avatar filmini hatırlarsınız. Orada tüm dünyaya doğayı nasıl yok ettiğimizi değişik bir dille anlatmaya çalışılıyor.

Ülkemiz de ise ağaçlar.net doğa için çal uygulamasını başlattı. Çeşitli insanlar doğa için kendilerinden bir şey veriyorlar. İlk olarak divane aşık gibi şarkısıyla şimdi ise uzun ince bir yoldayım şarkısıyla seslerini duyurmaya çalışan insanlar doğa için kendilerinden bir şeyi ortaya koyuyorlar.

Piiz, Murat Evgin, Gitarcı, Mahşeri Cümbüş gibi bilindik kişi ve grupların yanında halkımızdan kişilerde destekleriyle doğa için çalıyorlar.

Hep biz doğadan çaldık bu seferde doğa için bir şeyler çalıyorlar. İlk duyduğumda hoşuma giden bu kampanyaya herkesin desteklerini beklerim. Ağaçlar.net aracılığıyla çok rahat bir şekilde kampanya hakkında bilgi edinebilirsiniz. Facebook adlı paylaşım ortamından ya da ağaçlar.net den her iki şarkı için yapılan klipleri seyrede bilirsiniz.


01.05.2010

25 Nisan 2010 Pazar

neden artı sonsuz dershaneleri?

Beni okuyanlar bilir ki dershaneleri öven bir yazı yazacağımı çoğu kişi beklemezdi. Baktım ki bu sistemlere herkes sözde karşı ben de öğrencileri yormadan sıkmadan eğitim alabilecekleri şartları araştırmaya başladım. Sınav sistemlerinde dershanelere gitmeden başarılı olmanız oldukça güçtür. Bende size bir dershane önermek ile işe başladım.

Artı sonsuz dershaneleri. Neden artı sonsuz dershaneleri diyerek işe başlayalım.

Aslında sırf artı sonsuz değil neden x, neden y dershaneleri diyerek bu örnekleri çoğaltabiliriz? Şu zaman dilimine kadar bir çok dershane değiştirdim. O sürekli duyduğumuz büyük dershanelere de gittim adını duyduğumuzda güldüğümüz artı sonsuza da.

Aslında adını duyduğumda ben de çok güldüm ama isme bakarak kaçanlardan olmadım. İsmini duyunca ‘’bunun eksi sonsuzu ‘’ nerede diyenlerden tutunda ‘’butik dershane mi? Outleti de var mı?’’ diyenlerle karşılaştım.

Peki sorumuza dönelim. Neden artı sonsuz dershaneleri?

İsminin komikliği bir yana hakikaten eğitim bakımından özellikle de sbsde oldukça başarılı bir dershane. Diğer dershanelerde o kadar çok öğrenci vardır ki kendinizi kaybedersiniz. Buradan önceki dershanem o herkesin tercih ettiği dershanelerden biriydi. Oralarda en iyi sınıflarda değil iseniz sizinle ilgilenmiyorlar bile. Özellikle de en kötü sınıftaysanız size ikinci sınıf vatandaşmış gibi davrananlar bile var. Artı sonsuz da ise en kötü sınıf da olsanız bile ilgi görüyorsunuz. Çünkü zaten butik dershane olduğundan herkesle iletişim daha rahat.

Gelelim maddiyat boyutuna. Butik dershane olduğundan fiyatının fazla olduğunu düşünenler de var. Halbuki artı sonsuz o kalabalık dershanelerden daha uygun.

Bir olaya şahit oldum. Geçen sene o kalabalık dershanede ders yazdırmak için gittim ve bana 3 hafta sonraya sıra verdiler. Artı sonsuz da ise her hafta özel ders hakkınız var. Siz istemeden onlar size veriyor.

Gelelim akıllı tahta olayına. Beni en başta etkileyen olaya. Normal dershanelerde hoca kitabı açtırır ve kitaptan okutur ya da bir şeyler yazar sizde onu yazarsınız. Burada ise kitaplar tahta da yüklüdür, testler de aynı şekilde hoca soruyu tahtaya yazmakla vakit kaybetmiyor böylece dersler de daha fazla soru çözebiliyorsunuz.


O büyük dershanelerde öğrenciler hem stres yapıyor hem de kendileri bir çok insanın içinde sanki küçük bir parçaymış gibi görüyor. Bu sistemde butik dershaneler tercihimdir. Lakin çoğu butik dershanenin ücretleriyle çocuğunuzu özel bir üniversite de okuta bilir ya da ona bir araba alabilirsiniz. Artı sonsuz böyle değil işte. Fiyatı oldukça düşük ama eğitim kalitesi oldukça yüksek. Hocalarının çoğu yüksek lisans yapmış ya da yüksek lisans öğrencisi.

Öğrencileri anlamakta oldukça önemli. O büyük dershanelerde iki üç tane rehberlik öğretmeni var ve yüzlerce öğrenciden o sorumlu. Artı sonsuz da ise hem rehberlik hocası var hem her sınıfın ayrı rehberlik hocası var. Yani öğrencinin iki tane rehberlik hocası var. Bu hocalara da en fazla on öğrenci veriyorlar. Diğer dershanelerde ise yirmiden başlar ne kadar olursa artık. Çünkü onlarda bir sınıf yirmi kişi artı sonsuz da ise on.

Bu yazıyı reklam olarak anlayan olabilir. Çünkü öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki yanlış anlamada üstümüze yok. Televizyonlarda her gün görüyorum. Bir çok kişi sınav sistemleri hakkında yorum yapıp duruyor ama ben size sınava hazırlanan biri olarak sesleniyorum. Onların tuzu kuru maaşını alıyorlar işleri hazır. Bir hata yapsalar onlar için önemli değil ama bir öğrencinin hata yapması işte burası kötü sonuçlara yol açabilir. İşte bu yüzden sürekli sınav sistemlerinin kaldırılmasını istiyorum, dile getiriyorum. Ama nafile dinleyen kaç kişi.

Velhasıl öğrencileri fazla strese sokmayın. Onların rahat olabilecekleri dershanelere okullara yönlendirin. Büyük şehirlerde yaşıyor iseniz yol çok önemli. Öğrencilerin zamanları çok önemli evinize yakın ya da ulaşımı rahat dershaneler seçin.

Ve hiçbir zaman unutmayın. Hayat bir soru kitapçığından çok daha fazlasıdır.

25,04,2010

14 Nisan 2010 Çarşamba

Sanal Kitaplar geldi!

Son birkaç haftadır belirli kuruluşların Türkiye’ ye getirdiği bir yenilik yeni bir tartışmaya yol açtı. Aslında daha önceden böyle bir olay vardı ama cebimizde taşıyabileceğimiz küçük aletlere uyum sağlaması yönünden ve arşiv bakımından yoksundu. Neyden mi bahsediyorum e-book yani sanal kitap.

Kitabın sanalı mı olurmuş canım, demeyin. Oluyor. Bu uygulama ülkemizde yıllardır vardı ama dediğim gibi gerekli materyal yoktu o da geldi. Yurt dışında rağbet gören bu uygulama çeşitli kuruluşlar tarafından ülkemize de getirildi.

Sanal kitapların, hem maliyeti daha düşük hem pazarı daha geniş hem de daha karlı. Lakin bu uygulamayla kitaptan soğur muyuz, orası muamma. Ben bir yazıyı yazarken kağıda yazmadan edemem, aynı şekilde bir yazıyı da kağıttan okumayı bilgisayardan okumaya tercih ederim.

Kitabın da matbu okunması ayrı bir zevk. Kâğıttan aldığınız haz, koku bunları sanal kitaplar veremeyecek. Buz gibi bir makineden kitap okuyacağız. Her şey de teknolojiyi öven ben sanırım bu uygulamada biraz geriden gelmeyi tercih edeceğim.

Gazeteyi bile eline alıp okuması ayrı bir zevk iken gazetemi bilgisayardan okurken aynı şeyi alamıyorum. Kitapta da aynı şey olacaktır. Çağı yakalamak gerekir ama …

Ülkemiz insanları bilindiği üzere okuma konusunda fobileri olan bir millet. Kitap, dergi gibi şeyleri okumaz gazeteyi de belirli kesimler hariç geri kalanları görüşlerine destek olmak amacıyla alır. Böyle bir millete bir de sanal kitap gelir ise iyicene kitap okuma oranları düşer. Daha önce ülkemiz insanlarının okumalarıyla ilgili birçok araştırmaya yer verdim. Bu insanlar okumuyor arkadaş.

Kitap satılır mı bu ülkede? Evet, hem de ne satılır. Reklâm sayesinde kitap ile alakası olmayan insanlara kitap aldırırsınız ama amaç kitabı sattırmak mı yoksa okutmak mı?

Şıklar arasındaki aşk’ ı çıkardığımda birçok kişi bana: ‘’ Bu ne bu kadar küçük kitap mı olur?’’ dediler. Bende onlara araştırmalardan bahsedip ya da başka şeylerden bahsetseydim veya kaba bir dille ‘’ sanki çok okuyorsun da!’’ diyeceğime ‘’ şartlar’’ diye kısa cevap verdim. Uzun uzun anlatsaydım o insanlar beni dinlemeyi bir süre sonra bırakacaktı. Eğer o kitabı kendi gönlümdeki uzunluğundaki gibi yazsaydım yine satılırdı fakat okunmazdı.

Ülkemiz de en çok satan kitap ‘’Şu Çılgın Türkler’’ dir. Halkımız için oldukça kalın bir kitaptır. Çoğu kişinin okuduğuna inanmıyorum. Eğer okusaydı devamından gelen ‘’ Diriliş’’ ve ‘’ Cumhuriyet’’ i de okurdu. Çılgın Türkler’in asıl salt okuru üçlemenin tüm kitaplarını okuyanlardır ve bu sayı kitabı alanların yayında devede kulak kalır. Aynı şekil de ‘’Alacakaranlık’’ ve ‘’ Harry Potter’’ serilerini okuyanlarda da geçerli.Yeni piyasaya çıkan ‘’ Bozkırın Sırrı’’ içinde geçerli. Misal bu kitabı alanların çoğunun kitap ile alakası olmayan insanlar olduğuna inanıyorum. Sırf Kurtlar Vadisi’nde Polat okudu diye alan ne kadar insan vardır?

Bir de bu kitaplara para vermeyiz. Çoğu insan kitaba verilen parayı gereksiz görür. Aslında kitaba verilen para en değerlisidir. Çünkü bilgiye verilen bir paradır o. Bizde bilgiye saygı pek olmadığından orijinalini alacağımıza gider korsanını alırız, marifetmiş gibi. Bir bakıma onlarda da haklı bir bakıma yazar da Nasrettin Hoca fıkrasına döner bu olay.

Nitekim sanal kitabın ülkemizde pek tutacağını sanmıyorum.

14,04,2010

30 Mart 2010 Salı

Kitap maceralarına devam

İlk kitaptan sonra tam gaz ikincisi için de çalışmalara başladım. Aslında bu kitap ilkinden önce bitmişti ama bazı düzlemeler yaparım di ye beklettim. Diğerinin ne acelesi var dı diye bilirsiniz? Biliyorsunuz o kitabın yani ‘’ şıklar arasındaki aşk’’ ın bir amacı vardı. Bu amaca ne kadar ulaştım orası muamma ama yapabileceğim başka bir şey yoktu.

Çoğu kişi niye bu kadar kısa, niye böyle niye şöle diye bir sürü eleştiriler yöneltti. Haklılar zaten o kitap çok da içime sinmedi. Böyle olmasını ummazdım. O kitap tamamen araştırmalar üzerine yapıldı. İlki ve bence de en önemlisi:

Bir araştırmaya göre, bir Japon yılda 25, İsveçli 10, Alman 9, Fransız 7 kitap okuyor.Türkiye'de ise yılda sadece 6 kişiye bir kitap düşüyor.
Gelişmiş ülkelerde hatta beğenmediğimiz Asya ülkelerinde kişi başına düşen yıllık kitap alımı, ortalama 70 Avro (Euro) iken, Türkiye'de ise bu rakam 10 Euro’nun altındadır. Türkiye'de her 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor. Japonya'da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılırken, Türkiye'de ise bu rakam sadece yılda 8 bin ila 10 bin arasındadır.
Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu'nda, kitap okuma oranında Türkiye, Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sırada.
Çeşitli ülkelerde, bir yıl içerisinde basılan kültür kitaplarının sayısı şöyledir:
Amerika 72.000
Almanya 65.000
İngiltere 48.000
Fransa 39.000
Brezilya 13.000
Türkiye 8.000-10.000

Aslında ‘’ şıklar arasındaki aşk macerası ‘’ adlı yazımda da bunu noktalara değinmek isterdim ama o kadar çok ayrıntıya girseydim. Yazım o kadar okunmazdı.
Madem kitaptan başladık. Kitap hakkındaki araştırmalarla devam edelim. Neden ‘’aşk’’ konusunu seçtiğimi o yazımda belirtmiştim. Çoğu kişi olayı gerçek zannetse de tebessümle karşıladım hepsini. Belirli hatları gerçek olsa da hikayenin tamamı gerçek değil :) Bir de o hikayedeki ana karakteri ben zannedenler oldu :)
Aslında o kitap da içime sinmeyen noktalarda var. Daha uzun olsaydı keşke. Daha detaylı anlatsaydım olayı. Daha içeri girseydim ama okuma oranları ortada bu rakamlar ortadayken nasıl olur da uzun uzun kitap yazabilirim. İçime sinmiş olsaydı 100 – 200 sayfa olur du belki de geçerdi ama 55 sayfa oldu. Arkadaş okumuyorsunuz napa bilirim. Yeni yazacağım kitap en azından içime sinecek bu konudan rahatım.
Bir de asıl sevdiğim alanlar. Ben öykücü felan değilim. Feyza Hepçilingirler’ in öykü atölyesine katılmış olmama rağmen ben asıl fıkra yazdım. Fıkrayla geliştim, büyüdüm. Seviyorum arkadaş fıkra yazmayı. En azından daha rahatım. Öykü de belirli kalıplar içerisinde sıkışıp kaldım. Kurallar yumağı. Hoş çoğunu yıkarak yazsam da ve çoğu üstadım gülerek karşılasa da ben öykü adamı değilim, bunu anladım. Belki ilerde roman denerim. Yaş daha kaç.
Bir konuda bu yaş. Neredeyse herkes yaşımdan dolayı önyargıyla yaklaştı. Bence geç bile kaldım. Keşke daha önce başlasaydım, dediğim çok oldu.
Bir çok kişide bu yaş konusundan beni kabul etmedi. Bir çok yayın eviyle irtibattaydım. İyi yazıyorsun, hoş yazıyorsun dediler ama yaşın biraz şey değil mi? Ney?
Neyse ki Oğuzhan Bey ( Oğuzhan Cengiz) bu konuda oldukça hoş görülü. Gençlerine destek veren . Bu ülkenin gençlerine güvenen birisi . Ayrıca Türkiye’nin en genç yazarı sevgili Asena Eren Arıoğlu’ nu yine keşfeden ve kitabı Masmavi’ yi basan da Oğuzhan Bey dir.
Çemberli taş’ da ki Bilgeoğuz Kitapevi’ne uğramanızı tavsiye ederim. Mert Abi’nin o sımsıcak karşılamasını ‘’ Hoş geldin Kardeşim’’ demesini Oğuzhan Bey’in babacanlığını bir tatmanızı tavsiye ederim. Ayrıca Bilgeoğuz ve Fosil’ den oluşan kitaplardan da istediğinizi seçerek bir tane -en az- almanızı da tavsiye ederim. Oradaki en güler yüzlü kitapevi orasıdır. Bunu deneyen birisi olarak söylüyorum. Başlardan yukarıya doğru Timaş, İz, Nesil -aklıma gelenler bunlar- girin daha sonrada Bilgeoğuz’ a girin farkı anlarsınız.

Neyse lafı uzattık yine görüyor musunuz. Ben başka bir konu işleyecektim bu yazıda ne niyetle başladık nereye geldik. Neyse önemli olan niyet değil mi? İnşallah niyetimi de başka bir yazıda yerine getireyim. Kaçmak yok yazmadan. Konu ne miydi? Sürpriz olsun oda. Bu arada sürekli değişen okur kitlemde bazı kişiler sabit olmaya başladı. Okur kitlesi denen o insanlar bende de oluşmaya başladı. Çok hoş bir duygu bu da.
Bu yazı fazla uzamadan kısa keseyim. Sonra sayfalarda uzuyor. Okumuyorsunuz, zaten üç beş tane okuyan insan var şu ülkede onları da kaybetmeyelim.

30.03.2010

Bu anayasanın velisi kim?

Çoğu kişinin hatırladığı bir repliktir ’’bu tavuğun velisi kim?’’ Halk kahramanımız Recep İvedik, Turkcell reklamlarında rol gereği her yerden çıkan o Turkcell tavuğuna sinirlenerek
‘’ bu tavuğun velisi kim?’’ diyordu.

Recep İvedik, Şahan Gökbakar’ ın yarattığı ve halkımızın büyük çoğunluğunu yansıttığı bir karakterdir. Recep İvedik filmlerinin de bu kadar reyting alması bunu gösteriyor. Çünkü halk, kendinden bir şeyler bulunca onu destekliyor.

Turkcell’in reklamlarında her yerden çıkan o tavuk gibi şu zamanlarda da her yerden çıkan bir konumuz var. O da anayasa.

Halkımız televizyonları açıyor anayasa, gazeteleri açıyor anayasa, onu açıyor bunu açıyor her yerden bir anayasa çıkıyor. Halkımızda hayliyle sıkılıyor. Çünkü onlar daha anayasanın ne olduğunu bile bilmezken her yerden anayasa ile yorumlar çıkıyor. Onlarda soruyor ‘’ bu anayasanın velisi kim?’’

Hakikaten de bu anayasanın velisi kim? Halk mı yoksa iktidar mı? 82 anayasası asker anayasası olarak bilinir ondan önceki halk anayasası olarak peki bu anayasa kimin olarak anılır sizce?

Bence üzerinden durulması konu asıl olarak halkımızın bilgisi. Çünkü onlar daha anayasasın ne olduğunu bile bilmiyorlar. Bir araştırma yapılsın ve sizde tabloyu göreceksiniz. Halkımız bu tür konularda bilgisiz. Ortaya çıkan duruma göre de anayasa taslağının referanduma gönderilme olasılığı var. Yani anayasanın ne olduğunu bilmeyen insanlara anayasayı oylatacağız. Biraz komik bir durum.

Sürekli gündem de olan programların öncelikle anayasanın ne olduğu hakkında halkı bilinçlendirmeleri lazım. Daha sonra hangi madde üzerinde yoğunlaşacaklarsa onun üzerinde bilgi verilmeli ona göre de tartışılmalı.

Daha adam akıllı kitap okumayan, bilgi edinme fobileri olan halkımız bir şekilde bilinçlendirilmeli bu konuda ardından tartışılmalı.

Dikkat edin çoğu tartışma programları belli konuda bilgi sahibi olan insanlara hitap ediyor. Halbuki yanlıştır. Bu programları yapanlar ve katılanlar halkını tanımadıkları ap açık ortadadır. Halkını tanımayan insanlarında o programlarda olması ayrı bir komedidir.

Çoğu entelektüel kesim halkı da kendileri gibi görmektedir ve öle davranmaktadır. Bu da yanlıştır. Halkımız maalesef o beğenmedikleri Recep İvedik dir. Halkımız bu dur. Onları yok sayamayız. Çünkü bizleri biz yapan onlardır. Eğer o kişiler gibi onları yok sayarsak, onlarda bizleri yok sayar ve hiçbir şekilde bir yere varamayız. Halbuki bizim görevimiz onları eğitmek olmalıdır.

30.03.2010

27 Mart 2010 Cumartesi

Bir genç nasıl olmalı?

‘’ Şıklar arasındaki aşk’’ adlı kitabımın hazırlık evresinde ve şimdiki zamanlarda gençler üzerinde yapılan araştırmalarla fazlaca ilgileniyorum. Bu konuyu asıl olarak hazırlıklarına başladığım ‘’ nereye gidiyor bu gençlik’’ adlı kitabımda detaylı olarak işleyeceğim ama bu yazıyı da yazmadan edemeyeceğim.

Maalesef gençliğimizi tanıyamıyorum. Bir genç olarak yaşıtlarımı tanıyamıyorum. Bu tabloyu aslında CafCaf mizah dergisi çok iyi işledi. 2007 yılında çıkan ikinci sayısının kapağını hatırlayanlar vardır.

M.Kemal, Ey Türk Gençliği dediğinde karşısında vatanı için canını vermeye hazırlanan gençler vardı. Ya şimdi?
M.Kemal, Çanakkale’ de gençlerle aynı safta savaşırken yine bu ülkenin gençlerine güvenmişti. Ya şimdi?

Çok merak ediyorum. Allah Korusun! Tabi ki de ama Çanakkale Savaşı şimdi olsaydı ne kadar genç koşardı?

Şunu üzülerek söylüyorum ki artık gençlerimize güvenemiyorum. Çünkü karşımızda adam akıllı bir gençlik yok.

Habertürk gazetesi geçenlerde yaptığı araştırmaya göre hala heceleyen Anadolu liseli öğrencilerinin olduğunu söyledi. Ondan önce Antalya’ da yapılan araştırmaya göre günümüz sanatçılarını tanımayan lise öğrencilerinin olduğunu tespit etti.

Peki bir genç nasıl olmalı?

M. Kemal’ in Gençliğe Hitabesi her eğitim görülen yerde vardı. Gençlerin kaçı okudu acaba?
Bakın N.Fazıl’ ın gençliğe hitabesini demiyorum. Genç Dergi’ yi okuyanlar zaten soyu tükenmiş numunelik adam akıllı gençler. Ben en azından M. Kemal’ in Gençliğe Hitabesini okuyun diyorum.

Anladık, Türk edebiyatıyla fazla haşır neşir değilsin ki kitap okumayı sevdirmek için şıklar arasındaki aşk ı yazsam da kaç kişi okudu?

Genç Dergi, ismiyle müsemma felsefesiyle ilk sayısından beri canla başla çalışıyor. Kaçımız alıp okuduk?

Ey Türk istikbalinin evladı! Kendine gel. Sen yedi cihana hükmetmiş ecdadının torunusun. Sen dünyayı titretmiş bir neslin evladısın. Kendine gel. Uyan artık bu cahil uykudan. Damarlarındaki asil kanın farkına var.

27,03,2010

17 Mart 2010 Çarşamba

Utanç Manzaraları

Bugün her zamanki gibi güne test çözmek yerine gazete okuyarak başladım. Test çözmeden önce gündemi takip etmek daha iyi geliyor bana. Nedense çözemedim.

Öğrenim gördüğüm sınıf, Türkiye’ nin pek de görmeye alışık olmadığı öğrencilerle doludur. Çünkü sınıf arkadaşlarım ve ben sürekli düşünce alış verişinde bulunuruz ve bu durum pek de alışık olunmayan durumdur. Çoğu okulları araştırın. Ben içerisindeyim. Sistemin içerisindeyim.Size şunu söyleyeyim: Durum hakikaten de utanç manzarası.

Neden mi?
Çoğu öğrenci tabir yerindeyse boş geliyor boş gidiyor. Zamanında Antalya’ da lise öğrencilerine yapılan bir anket vardı hatırlarsınız. Bir yazımda hangisiydi unuttum bu ankete yer vermiştim. Gençliğinizi görün diye ama son yapılan bir ankete göre kimsenin umurunda olmadığını anladım. Habertürk gazetesi yaptığı çalışmaya göre hala heceleyen lise öğrencileri olduğunu hem de günümüzün en prestijli okullarında olduğunu geçen gün haber yaptı. Hakikaten de utanç manzarası.

Geçen gün AB den açıkça bizi neden almadıkları söylediler. Çünkü bizim nüfusumuzdan korkuyorlar. Bizim nüfusumuzun da çoğunluğu gençler oluşturduğuna göre bu utanç manzarası ne zaman düzelecek?

Yazıya başladığım yere dönelim. Sınıfımdan bahsediyordum. Bizim sınıfa bir çok gazete gelir. Arkadaşlar sağ olsun alırlar. Sabah, Taraf, Milliyet, Zaman, Yeniçağ, Posta, Habertürk, Fanatik. Bu gazeteleri ekleriyle düşünürseniz. Oldukça gazete oluyor. Bugün gazeteleri bırakıp eklere başlarken bir utanç manzarası ile daha karşılaştım.

Sabah’ ın ve Milliyet’ in Kitap ekleri aynı gün yani çarşambaları çıkıyor. Bu ekleri okuyordum. Normal de Türkiye de yaşıyoruz değil mi? Kitap ekinde de Türkçe kitapların tanıtımını beklersiniz değil mi? Yok arkadaş, yok. Kitap eklerinde bile Türkçe vurgusu yok.
Üç beş tane Türkçe kitap reklamı, tanıtımı var ise yabancı kitaplar onlardan kat kat daha fazla. Arkadaş ne oluyor bu ülkeye?

Eğer İngilizce bir şeyler istesem giderim o dilin ana dil olduğu bir yere ama burası Türkiye. Türkçe burada ana dil. O yüzden Türkçe ön plana çıkarılması gerekiyor ama gelin görün ki İngilizce ön plana çıkarılıyor.

Geçen günkü yazıma İngilizce artık evrensel bir dil oldu ama diye yorumlar geldi. İngilizce evrensel dil olmadı, olduruldu. Hakimiyet kimdeyse onun sözü geçiyor bunun farkında değil misiniz?

Zamanında 3 kıtaya hakim olan Osmanlı sayesinde Türkçe ön plandaydı. Daha çok Osmanlıca ama Osmanlıcada Türkçe’ nin Arap harfleriyle yazılmış hali olduğundan Türkçe vurgusu vardı yine de.

Ne zaman İngiltere ön plan çıktı. İngilizce de ön plan çıktı ve İngilizler İngilizceyi zorunlu kıldılar. Sömürü topraklarına İngilizce yi zorunlu kıldılar. Osmanlı hakim olduğu topraklara öyle bir şey yaptı mı? Koskoca bir Hayır.

Geçen gün konuşuyorduk yine. İngilizce neden evrensel dil diye. Verilen cevap da bir hayli ilginçti. İngilizce, Dünya da en fazla konuşulan dil de ondan.

Ee arkadaş. Dünya nın en fazla konuşulan dili demişsinde. Senin dediğin o yerler zamanında İngiliz sömürüsüydü. Şimdi de Amerikan Emperyalizmi hakim tüm dünya da. Olaya böyle bakın. İngilizce evrensel dil olmadı, olduruldu ve oturup başta Türkçemizin yok olmasını izlemek başlı başına bir utanç manzarası.

17,03,2010

15 Mart 2010 Pazartesi

Turkhce lesmek

Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki bu yazıyı yazma gereği duyuyorum.

Zamanı biraz geriye alarak başlayayım. Türkler yani biz Orta Asya da hüküm sürdük. Daha sonrasında çeşitli yerlere göç ettik. Yeni yurtlar edindik. Çoğaldık gittikçe. Bazen Dünya’ ya hakim olduk bazen onlar bize. Ama genellikle biz onlara. Çünkü bağımsızlık kanımızda var. Fakat günümüz de öyle mi?

Yedi cihanda hüküm sürdük ama bir kez olsun – hadi belki olmuştur – bağımsızlıktan ödün vermedik. Vermeyeceğiz de.

Biz Türkler, özellikle kültürümüze bağlı bir milletiz. Edebiyatımıza,sanatımıza, musikimize kısacası kültür etkinliklerimizden ödün vermedik ama maalesef veremeyeceğiz diyemiyorum. Çünkü verdik.

Bizler kültürüyle var olan bir milletiz. Orta Asya daki Orhun Abidelerinden günümüze kadar uzanan edebiyatımız var. Sokaklarımızdan tarih fışkırıyor. Her toprak parçasından tarih fışkırıyor ama biz ona sahip çıkıyor muyuz?

İnsanlar anlaşmak için dilini kullanır. Kültürel etkileşimler de dil sayesinde olur. Eğer bir millet tarihinden, kültüründen kopmuş ise o millet dilinden kopmuş demektir. Günümüzde ise bu manzarayı görüyoruz.

Sokaktaki insan tarihini,atasını,ecdadını tanımıyor ise bu dilimizin yani Türkçemizin yok olmasındandır. Ama sokaktaki insanlara sorun Amerikalıları, sorun İngilizleri onu bilirler. Neden çünkü konuştuğumuz dil Türkçe den ayrıldı. Yani kültürümüzden, bizden ayrıldı. İngilizceye doğru kayıyor dilimiz. Şu anda dilimiz İngilizce değil ama Türkçe ile İngilizce arasında yani Turkhce

Sokağa çıkıp bir gözlemleyin. İnsanlar Amerikan filmlerindeki gibi giyinmeye çalışıyorlar, onlar gibi konuşmaya çalışıyorlar. Bu adamlar tabiî ki de kültürünü bilmez, ecdadını bilmez. Çünkü onu kültürüne bağlayan bağ yavaş yavaş yok oluyor. Oturup kimse de buna ses çıkarmıyor. Bu kadar meraklısı olduğunuzu bilmezdim, kovboy şapkası takıp hamburger yeme meraklısı olduğunuzu.

15.03.2010

7 Mart 2010 Pazar

Facebook da bizde varız

Facebook da bizde varız. Grubumuza girmek için

http://www.facebook.com/home.php?#!/group.php?gid=358170388072&ref=ts

gencmanifesto bünyesi

El insaf!!

Sevgili okurlar;
Farkındayım uzun bir süre oldu. Bana bir çok elektronik mektup geldi. Çoğu da editörlerimden. Artık yeni yazı yaz diye. İyi de kardeşim çok mu kolay sanıyorsunuz ?
Öss yeni adıyla Ygs,Lys olan illetle uğraşıp hem de yazı yazmak. Hiç de kolay değil.

Çoğu genç kendini şıklara gömerken. Ben yine de günlük gazetelerimi okumaya, kitabımı okumaya çalışıyorum. Az da olsa bunu başarmaya çalışıyorum ama iş yazı yazmaya gelince biraz zor oluyor. Çünkü kafamı testlerden bi nefes almaya kaldırdığımdan yazı yazmaya bırakın vakit kalmayı başımı kaşıyamıyorum. Bir de kitap macerası var, takip edenler bilir.

Ee arkadaş, yaş 18 de oldu. Millet milli olma maceraları peşinde koşarken biz masa başında yazı yazıyoruz ama paşamlar memnun olmuyor. KktcMedya da yazarlığım iptal oldu. Sebep bir süredir yazı yazmıyormuşum. Doğru ama bir sorsana neden. Yine yazı yazdığım diğer sitelerden editörler soruyor: Hayırdır Tolga yazın gelmedi, diye. Bende açıklıyorum; Böyle, böyle…

Hiç kusura bakmayın ama yaş 18 olmuş hangi genç 33 ülkeden okuyucuya ulaştı, hangi genç 14 farklı internet sitesinde yazı yazıyor, hangi genç dergide çalıştı,hangi genç röportajlar yaptı,hangi genç dergi editörlüğü yaptı,hangi gencin kitabı var,hangi gencin 3 tane onur belgesi var söyleyin bana. Bana bunların cevabını söyleyin ondan sonra gelin karşıma.

Şunu da söyleyeyim. Yazarlık yaptığım çoğu sitede özgeçmişim mevcuttur. Orada eşek kadar 1992 doğumlu yazıyor. Sen ne biçim editörsün okusana, o doğum tarihini gören benim sınavlarla uğraştığımı hala lisede okuduğumu anlar.

O kişilere sesleniyorum. El insaf, El insaf!!!

07,03,2010

26 Ocak 2010 Salı

şıklar arasındaki aşk hakkında

Dün İstanbul’ u kar işgal etmişti. Çoğu insan evinden çıkmaya üşenirken, camın önünde oturup ellerinde çaylarıyla karın yağmasını seyrederken ben ise tarihi tekrar yaşıyordum.

Sahrayıcedit’ ten Kadıköy’ e oradan Eminönü’ ne oradan Çemberlitaş’ a ve oradan da Bab-ı Ali yokuşuna.

Tüm bu yolu niye çektiğimi düşünebilirsiniz. Sizler için hikayeyi başa sarıyorum.

2009’ un temmuz ya da ağustos ayıydı. Sahil kenarında şezlonguma uzanmış müzik dinliyorum. Etrafı izliyorum. Herkes kitap okuyor. Ne güzel bir manzara! Daha dikkatli bakıyorum, okunanları görmek için. Twilight, New moon, The Da Vinci Code, Norman Vincent Peale'in Başarırım Dersen Başarırsın, Emma Goldman'ın otobiyografisi Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir, WPater'ın The Renaissance'ı (Rönesans) vs vs ve o an içim tarif edilemeyecek türden bir duyguya şahit oldu.

Türkiye’ de yaşıyoruz, anadilimiz Türkçe ama niye herkes başka dilden kitaplar okuyor? Türkçe kitapların nesi eksik? Yabancı dilden kitap okumayın demiyorum ama ilk önce kendi dilimizdekileri okuyalım ondan sonra yabancı dildekileri okuyalım. Şuna değinmeden geçemeyeceğim Elif Şafak’ ın Aşk’ ı da çok okundu ama;
İlk olarak bu kitap da yabancı dilde yazıldı ondan sonra Türkçe’ ye çevrildi.
İkinci olarak kitabı okuyanlarla konuştuğumda çoğunun sonuna kadar okumadığını fark ettim.

İşte tüm bunları yaşarken Türk Gençliğini nasıl olur da kendi yapıtlarımıza çekeriz düşüncesi beni aldı, götürdü. Ve şu tespitleri çıkardım:

Gençliğimiz aşk ve meşk konularına fazlaca ilgili.
Çok kalın kitapları sevmiyorlar ince özellikle cep kitaplarını seviyorlar.
Kendilerinden bir şey arıyorlar. Okuduğunda, o karakterin ya da tipin içine girmek istiyorlar.
Kendi dertlerini anlatmasını istiyorlar. Öss, sbs, ev- dershane- okul üçgeninden bahsetmesini istiyorlar.
Arada bir okurken eğlenmek istiyorlar. Kelimeler arasında gezinirken arada bir mırıldanmak istiyorlar hatta yeri geldiğinde küfretmek istiyorlar.

Ve tüm bu tespitlerimi bir araya getirdiğimde yakında raflarda göreceğiniz kitabım’’ Şıklar arasındaki Aşk’’ ortaya çıktı. Fosil Yayınlarından piyasaya çıkacak kitabım.

Şimdi Bab-ı Ali yokuşunu niçin çıktığımı anlamışsınızdır? Fosil Yayınları bu yokuşunun hemen ucunda. Bana tarihi yaşatırken, aynı zamanda Türk Gençliğine okutacak bir şeyler ortaya çıkardığından dolayı teşekkür etmek isterim.

Bazı kişiler bu çalışmalar sırasında yanlış tezlere ulaştı. Bu noktaya değinmek istiyorum. Bu eser bir edebi eser değildir. Çünkü bir edebi eser bu kadar basit bir süreçte yaşanmaz. Bu sadece edebiyata alıştırma evresi. Hani bazıları çocuklarına, öğrencilerine edebi kitapları veriyorlar sonrada gençler kitap okumuyor diye feryat ediyorlar ya bu eser onlara da yazılmıştır. Çünkü bu tür benim tabirimle ‘’hap’’ eserler okumayı sevdirir, başka başka kitapları almaya teşvik eder. Çocuğunuza ya da öğrencinize edebi eser vermeden önce alıştırma yapma için bu eseri verebilirsiniz. Tekrar ediyorum benim yazdığım eser edebi eser sınıfına giremez.
Bu feryadımı yapmak istedim; çünkü karşıma o kadar yanlış fikirle geldiler ki. Bir de başka bir konu var.

Çoğu kişi neden bu yaşta böyle bir girişime girdiğimi sordu? Onların daha önce yazdığım ‘’
bu sabırsızlık niye?’’ adlı yazımı okumamış olduklarını fark ettim ama yine de bu konuya değinmek istedim.

Ey efendiler!
Siz değimliydiniz bu ülke gençleri kitap okumuyor diyenler. Ben de size bu gençliği okutacak bir şeyler yazdım fena mı ettim? Biraz daha yaşın ilerleseydi diyenler oldu. Haklılar tabi 30,40 bilemedin 50 yaşında gençlik kitabı yazılır zaten. Genciz ya o yaşlarda gençleri de çok iyi anlarız.
Üstatlarım! Dedim, sustum ama ortada yanlış bir şeyler var. Sistem de dönmeyen bir nokta var. Bu edebiyat çarkının dönmesini sağlamalıyız. Siz yine edebiyatınızı yapın ama bu gençleri sizin seviyenize bir den çıkaramayız. Bunu da anlayın. Gençler eserlerinizden sıkılıyor bu da çok normal çarkta eksik parçalar var. Benim görevim ise bu parçaları tamamlamak.

Bir de bir husus daha var. Piyasadaki en genç yazarlardan biri oldum. Diğerlerinin ücretler ödeyerek eserlerini bastırdığını ve benim tek kuruş vermeden böyle bir eser yazdığımı dikkat çekmek istiyorum.



26,01,2010

16 Ocak 2010 Cumartesi

Gazete Galata, yeni ücretsiz gazetemiz

Bir zamanlar sokaklarda sabahın ilk ışıklarıyla birlikte dağıtılan gazeteler vardı, hatırlar mısınız? Sabahın erken saatlerinde trafikte sıkışan insanlara hizmet ederek onları gazete okumaya teşvik eden bir gazete vardı.Bunlardan biri;

Gaste idi.

Başlarda herkes tarafından sevilen bu gazete, 500 bin gazete ile 6 milyon kişiye ulaşmıştı. Bu yayın kuruluşu Türkçe’ yi deyim yerindeyse katlederek ‘’ gazete’’ sözcüğünü ‘’ gaste’’ formuna dönüştürerek yayın hayatını sürdürmüştü.

Daha sonraları bu gazeteye bir de rakip çıktı. Bu ise;

20dk idi.

Doğan grubuna ait olan bu yayın kuruluşu da aynı saatler de halkımıza ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Bu gazetelerin misyonları, vizyonları bir yana halkımıza gazete okuma alışkanlığını yerleştirmekte büyük bir fayda sağladığını görmezden gelemeyiz.

Lakin günümüz de ne Gaste kaldı ne de 20 dk? Peki bu gazetelere ne oldu? Neden bir anda ortadan kayboldular. İşte bu sorular aklımdayken bir ücretsiz gazete daha ortaya çıktı. Bu ise:

Gazete Galata

Şimdilik sadece İstiklal Caddesi’ nde yayın hayatına başlayan bu gazete, hem vizyonuyla hem misyonuyla okunulmaya değer bir gazete. Bu projenin başındaki isimlerden İsmail Cem Özkan’ ın oluşu bu projeye ayrı bir tat vermişe benziyor.

Yalnız bir sıkıntıları var. Bu gazete reklam bakımından Gaste ve 20dk kadar şanslı değil. Reklam hususunda desteklerini arıyorlar. Ülkemizin en kalabalık şehri olan İstanbul’ un en kalabalık caddelerinden olan İstiklal de faaliyet gösteren bu gazetenin reklam bulamaması hayret doğrusu. Umarım bu yazıyı okuyan birileri arasından bu gazeteye destek çıkan olur. Çünkü bu ve bunun gibi gazeteler halkın refah seviyesini arttırdığı gibi onlara okuma alışkanlığı da sağlıyor hem de ücretsiz.

Ne gaste de ne de 20 dk da bir refah seviyesi yükseltici hava görememiştim ama halkın okumaya teşvik ettiğinden yararları olmadığını söylememek olmaz. Fakat Gazete Galata hem okurun refah düzeyini arttırıyor hem de halkı okumaya teşvik ediyor. Umarım bu gazete İstiklal dışındaki noktalarda da yayın hayatına devam eder.


16,01,2010

15 Ocak 2010 Cuma

Mahşer-i Cümbüş röportajı



Baş yazarımız Tolga Kayasu' nun yıllar önce okul dergisi için Mahşer-i Cümbüş ile yaptığı röportaj, çeşitli yerlerde yayınlandıktan sonra yazarımız tarafından sitemize armağan edilmiştir. Kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz ve sizi röportajla baş başa bırakıyoruz.
gencmanifesto bünyesi

Açık tribün taraftarı(*)
(*)Mahşer-i Cümbüş

Brecht tiyatronun ilk işlevinin eğlendirmek olduğunu söylüyor. Bir tiyatro ki güldürmez, ben o tiyatroya güler, geçerim diyor. Aslında bir nebze doğru bir bakış açısı ama kişiden kişiye değişen bir bakış. Tiyatro çağımızda hala oturtulmamışken karşımıza cumartesi geceleri bizleri uykusuz bırakan bu altı kişi çıkıyor. Acaba kimdi bunlar, acaba kimdi bizlere gülmeyi tekrar hatırlatan..

Onlar cumartesi geceleri bizi uykusuz bırakanlar…
Onlar tiyatro sporunu Türkiye ye getirenler…
Onlar bir ilke imza atarak doğaçlama tiyatro ekimini kuranlar….
Onlar kelimelere sığmayan Mahşer-i Cümbüş ekibi…


Bu sayımızda sizler için Mahşer-i Cümbüşle daha doğrusu kuralları gereği grubun bir üyesiyle röportaj yaptık. Konuşmalarımız sırasında Uludağ Üniversitesinden alınan bir ödülle renklenen röportajımızla bu sayıda sizlerleyiz.

Röportajımız Özlem Turayla gerçekleştirilmiştir.



Mahşer-i Cümbüş nedir, kuruluş amacımız nedir??

Bu Almanya da eğitim gören hocamız Dr. Kadir Çevik,
doktorasını tamamlandıktan sonra bize böyle bir biçimi var, tiyatrosporu denen bir şey var dedi. Bunu şimdilik bunu yaratıcı drama dersleriyle başlayalım ve öyle devam ederiz şeklinde diyaloglarımızla başladı. Doğaçlama oyunlarımız başladı. Bir çıkış noktası alıyorduk ve onu oynuyorduk. Farklı nesneleri farklı amaçlarda gösteriyorduk. Tabi bunlar minimum seviyedeki koşullardaki olanaklardı örneğin yurt dışında bunların ligleri var. Ve tabi bizim amacımız bunun ileride ülkemizde de lig haline gelmesi. Başlarda bunu özellikle Ankara da cafeler de oynuyorduk sonra yavaş yavaş bu duruma geldik.

Mahşer-i Cümbüş’ün anlamı Arapça da açık tribün taraftarı demek. Acaba bu bir ismin kullanılması toplumumuzun futbola yatkınlığından dolayımı yoksa bir anda çıkan bir isim mi?

Bu Mahşer-i Cümbüş Arapça ve Farsça kökenli bir kelime. Biz okurken değişik isimlere bakıyorduk çeşitli terimlere özellikle futbol… Çünkü ortada bir rekabet var bir grup mahşer bir grup cümbüş ortaya halliyle bir taraf tutma çıkıyordu. Bize yakın geldi. Biz de Mahşer-i Cümbüş olsun dedik. Ayrıca tiyatro sporunu da en iyi şekilde temsil ediyordu.

Mahşer-i Cümbüş’ü modern halk tiyatrosu diyebilir miyiz?

Evet,biz geleneksel Türk tiyatrosundan geldik.Zaten halk tiyatrosunun modern versiyonu diyoruz,yaptığımız işe.Modern halk tiyatrosunun eskiden unutulmuş geleneğin aslında biz temsilcileriyiz.Evet unutuldu halk tiyatrosu hatta tiyatro unutuldu.Ne acıki…..

Hayalhane nasıl kuruldu?

Cafe bar tarzı yerlerde oynarken insanların çok hoşuna gitti. Beğeniyle izlediler ve artık oralar bize küçük gelmeye başladı. Dedik hani birazcık büyütelim İstanbul da Taksim de belli sahneler vardı oralarda oynamaya başladık. Ama tabi oralarda oynamanın zorlukları oluyordu. Bir gün Burak’ın annesi Bursa da bir ilan görüyor sahibinden komple kiralık tiyatro sahnesi diye. Bu durum hakkeden tam yerinde gelmişti ve belli süreçlerden sonra burası ortaya çıktı.
Hayalimizdi burası Mahşer-i Cümbüş’ün bir sahnesi olması olmuştu da ve tiyatroların kapandığı bir dönemde biz burayı iki sezondur ayakta tutuyoruz.

Dr. Kadir Çevik hocamız ile tanışmamız, Mahşer-i Cümbüş’ün başarısı ve ilk kıvılcımları… Acaba bu durum her başarılı durumun arkasında bir hocanın olduğunu mu gösteriyor??

Tabi ki bir eğitmenin bir gözetmenin bulunduğu aşikar. Kadir hoca bizi tiyatro sporuyla tanıştırdı. Hocamız bize kapıyı araladı bizde o kapıdan içeri girdik.



Çağımızda daha maalesef tiyatroyu oturtamamışken doğaçlama tiyatroyu nasıl oturta biliriz???

Çünkü; farklı bir şey. Şimdi doğaçlama tiyatro farklı bir şey ve bunu inkar edenler var. Halbuki doğaçlama meddah, orta oyunu gibi Türk Geleneklerinde var. Fakat günümüz tiyatrosunu baktığımızda belli bir metine bağlı halbuki çoğu kişi bundan sıkılmış durumda. Biz Türkiye de doğaçlama tiyatronun öncüleriyiz bu çok büyük bir laf ama biz bunu göğsümüzü gere ger söyleye biliyoruz. Şimdi bizde bu kapıyı araladık başkaları için ve bu biçimi en iyi şekilde taşımak istiyoruz. Biz belli bir metne bağlı değiliz. Farklı bir şey olduğundan insanların dikkatini çekiyor. Çünkü her oyunda sürekli farklı şeyler oluyor.

Mahşer-i Cümbüş’ü asıl tanıtan Anında Görüntü Show mu?

Tabiî ki değil. Anında görüntü işin şov kısmı zaten adından da belli. Aslın bizi duyuran reklamlar değil. Çünkü gazeteye bir kere reklam verdik. Onun dışında genellikle fısıltı gazetesiyle ben şundan duydum bundan duydum gibi şeylerle ve radyodan arkadaşlarımız
diyorlardı böyle bir şey var gidip izleyince şeklinde ve bu durumdayız.

Peki televizyonla nasıl tanıştık?

Bizim dediğim gibi arkadaşlarımız açık radyodan bizden bahsediyorlardı. Bunu bir gün Osmantan dinliyor. Zaten Osmantan yurt dışında tiyatro eğitimi alan biri ayrıca tiyatro sporunun ne olduğunu çok iyi biliyor. Kendiside ilkleri yapmayı sevdiğinden kafasında böyle bir proje varmış. Tam projesi karşısında duruyordu çeşitli evrelerden sonra televizyon maceramız başladı.

Biz Mahşer-i Cümbüş’ü altı kişi olarak bilirdik ama tabi ışık ve ses teki arkadaşlarımızla birlikte 6+2 oluyorduk. Acaba bu gruba sonradan Osmantan’ı da görebilecek miyiz?

Tabi Osmantan’ın katkısı çok büyük özellikle şov kısmında. Evet dokuzuncu kişi olarak işin şov kısmında görebileceğiz. Osmantan bizim hakemimiz oluyor çeşitli şekillerde oyun içinde ikazlar da bulunuyor. Oyunların sunumunu yapıyor bunu normalde kendimiz yapıyoruz ama şov kısmında Osmantan.



Biriyle tanışmıştım, benimle aynı yaşta bir arkadaş, içindeki tiyatro sevdası ağır basmış olacak ki liseyi okumadan profesyonel tiyatro eğitimine devam ediyor. İlk duyduğumuzda garipsediğimiz bir durum ama düşündüğümüzde neden olamasın ki denen bir durum. Sizce de tiyatro için okul bırakılır mı?

Öncelikle hakkeden büyük bir cesaret örneği. Eğer içinde gerçekten o aşk varsa bırakılabilir.
Özellikle işin içinde aile baskısıyla başka bir yere yönelim varsa kesinlikle yapılır.

Eğitim sistemiz de tiyatroyu daha oturtamamışken doğaçlama tiyatro karşımıza çıkıyor ki,bu durumda tiyatro sporu devreye giriyor. Peki doğaçlama tiyatro eğitim sistemimizde verilmelimidir?

Evet bence tiyatro sporu eğitim sistemine girmelidir. Sistemiz de hep aynıdır işte metin yorumlarız dramatoloji gibi ki biz bunların her şeyini öğrendik. Bu farklı olarak düşünülüyor daha çok, belki o yüzden sistemde fazla yeri yoktur. Biçim olarak hala kabul edilmedi doğaçlama. Kabul edilsin belki sistemdeki yerini alır.

Ayrıca birde kursiyerlerimiz olanlar var. Peki bunlar nasıl ortaya çıktı?

Biz dediğimiz gibi doğaçlama paylaşılarak çoğalan bir şey. Ve bizde kendi bilgi birikimimizi insanlara aktararak kurslarımıza başladık.

Kurslarımız diğer senelerde devam ettirmeyi düşünüyor musunuz ? Düşünüyor iseniz nasıl başvurula biliriz?

Tabiî ki devam ettireceğiz. Gerekli açıklamaları zaten internet sitemizde açıklıyoruz şimdilik sadece eylülde başlıma tasarımız var. Mülakat sistemiyle yeni kursiyerlerimizi seçiceğiz.Dileyen herkes katılabiliyor ama en az on sekiz yaşında olmak şartıyla…


Mahşer-i Cümbüş bu seneki Hayalhanedeki gösterilerini tamamladı. Biz kendimizi son gösteriyi seyreden şanlı kişilerden sayıyoruz. Önümüzdeki sene cumartesi gecesi işiniz olmasa ve canınız sıkılmışsa çok eğleneceğinize garanti edilen bir adres Hayalhane… Ayrıca yanınızda oturan kişilerle oluşan dostluklara şahit olabilir veya bizim gibi tiyatro oyuncularının yanında oyun izleme şansına sahip olabilirsiniz.

Yalnız gitmeden önce rezervasyon yaptırmayı unutmayın.Mahşer-i Cümbüş ile ilgili güncel haberlere ulaşmak için http://www.tiyatrosporu.com

Tolga Kayasu - İrem Çenbertaş

11 Ocak 2010 Pazartesi

Özkök’ ün ve Doğan’ ın işi bırakmalarının arkasındaki iddia

Anayasa Madde 28- Basın hürdür. Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır

Niye böyle bir başlangıç yaptım, birazdan yazının devamı okuduğunuz da anlayacaksınız. Geçen gün bana bir elektronik mektup geldi. Murat Özdemir tarafından. Başta sadece bir teori olduğuna kanaat getirdim fakat araştırdığım da bu olay teori olmaktan çıktı. Yalnız kesin emin olamadığımızdan hala bir teori ama en azından sağlam temelleri olan bir teori. Mektubu sizlerle paylaşıyorum. İtalik olanlar anlayacağınız üzere mektuptan alıntılar.

Bugün, Kanada’dan bir arkadaşım aradı. Hayretler içindeydi. Anlattıklarını dinleyince, inanın benim de tüylerim ürperdi. Doğru mu diye sordum, “ben duyduklarımı sana anlatıyorum, sonrası senin bileceğin şey” dedi.

Yazı böyle başlıyor. Daha sonrasında ise iddiasını ortaya sürmeye başlıyor.

Arkadaşım işi gereği Kanada’dan Amerika’ya gidiyor. Türkiye’den gelen bir iş adamı arkadaşı ile buluşuyorlar. Türkiye’den gelen arkadaşı; “ Ben Hoca efendiyi ziyaret edeceğim, istersen beraber gidelim” diyor ve ısrarcı oluyor. Beraberce Hoca efendi’nin çiftliğine gidiyorlar. Orada Hoca efendinin, mükemmel İngilizce bilen adamlarından birinden duyduklarını da bana anlatıyor. Bana anlatanları kendi üslubumla size takdim ediyorum;

Burasının kurgusal olduğuna inansam da çünkü; o arkadaş kim, o arkadaşın iş adamı arkadaşı kim nerede buluşuyor gibi ayrıntılarında olması lazım. Birazdan okuyunca sizde anlayacaksınız ortaya inanılmaz bir iddia atılıyor bu iddianın da doğruluğunu kanıtlamak için kesin, kendinden emin kanıtlara ihtiyacı var.

Yer: Başbakanlık
Tarih: 24.Aralık.2009
Toplantıya Katılanlar; Sn. Başbakan, Sn. M. Ali Yalçındağ, Sn. Arzuhan Yalçındağ, Sn. Vuslat Doğan Sabancı ve bir danışman (Hoca efendiye durumu anlatan olabilir)
Toplantı süresi; 2 Saat 15 Dakika

Alınan Kararlar;
*Milliyet Gazetesi+ Vatan Gazetesi+ Star Televizyonu, belirlenen tutar ile, Ethem Sancak ve Akın İpek’e satılacak.
*Ertuğrul Özkök derhal görevi bırakacak, şimdilik havadan sudan yazacak, 6 ay sonra tamamen ayrılacak.
*Aydın Doğan, Holding yönetiminden ayrılacak.
* 6 ay sonra, yönetim profesyonellere devredilecek, (isimler beraberce belirlenecek), aile’den hiç kimse yönetimde kalmayacak.
*Doğan Holding’in yapacağı “ HALKA AÇILMAYA” Şubat ayında izin verilecek. Elde edilen paradan, Doğan Grubunun Ferit Şahenk’e olan 600 Milyon Dolar borcu ödenecek.
*Petrol Ofisindeki hisseleri, Avusturyalılara satılacak. Vergi Cezası, Petrol Ofisi’nin satış tutarına indirilecek ve satıştan alınan para doğrudan Maliye’ye verilecek.

Bana anlatılanlar böyle. Doğruluk derecesini bilmiyorum. Fakat bildiğim doğrular var;
24 Aralık 2009’da Başbakanlıkta bu toplantı yapıldı ve basına yansıdı.

İşte iddia. İnanması başta güç bunun farkındayım ama şöyle bir şey var. Hakikaten bu toplantı oldu ve basına yansıdı.
http://www.haber1.com/24-Aralik-2009-Basbakanlikta-gizli-gorusme_131457.html
adresinde görebilirsiniz.

Ertuğrul Özkök’ ün görevi bırakması gündeme deyim yerindeyse damga vurmuştu. Herkes bunun arkasındaki gelişmeyi aramıştı ama bulamamıştı. Eğer bu iddia doğru ise Özkök’ ün görevi bırakmasındaki olay açığa çıkmış olacak ve asıl Aydın Doğan’ ın da yönetimi bırakması.

http://www.aksam.com.tr/2009/12/31/haber/ekonomi/4720/ve_aydin_dogan_emekli_oldu.html
http://www.aksam.com.tr/2009/12/30/haber/yasam/2918/_that_was_a_good_life__*.html

Akşam Gazetesi’ nin yukarıda verdiğim adreslerinde Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök olaylarını inceleye bilirsiniz.

Şimdi gelelim bu toplantının Devlet Gelenekleri yönüne ve Hukuksal boyutuna;
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın, Başbakanlıkta ve Başbakanlık Konutundaki tüm ziyaretleri kayıt altındadır. Sayın Başbakan, Maliye Bakanlığının milyarlarca lira ceza kestiği bir mükellefle neden beraber olmuştur ve ne konuşmuştur? Eğer 2 saat, 15 dakika kahve falı bakılmadı ise ne konuşuldu? Bunu kimse geçiştiremez. Başbakanlıkta konuşulan ve milletin parasını ilgilendiren her konu (Devlet Sırrı değilse) Millete anlatılmalıdır.

Yazarın dediğine bu konuda katılmamak elde değil. Çünkü bu görüşme sadece belirli bir çerçevede yansıdı. Bu konunun içeriyi hakkında bir açıklama yapılmadı.

T.C Başbakanı, Devletle parasal işi olan kişi ve gruplarla konuşuyor ve açıklama yapılmıyorsa bu YÜCE DİVANLIK bir suçtur. Hatırlayalım; Sn. Mesut Yılmaz, Başbakanlığı sırasında, İşadamları ile görüşüp, Türkbank İhalesine fesat karıştırdığı iddiasıyla, Sn Başbakan’ın emri ve AKP’ nin oylarıyla YÜCE DİVANA sevk edilmişti. Üstelik bankanın ihale işleminin iptal emri de bizzat Sn.Yılmaz tarafından verilmişti. Yani gerçekleşmeyen bir ihale yüzünden, sadece bazı iş adamlarıyla konuştuğu için, Sn Yılmaz, Sn Erdoğan tarafından suçlu sayılmıştı. Şu dakika itibarıyla Sn. Başbakan için Yüce Divanlık suç oluşmuştur.

Bu toplantıda konuşulanlardan diğerleri önümüzdeki günlerde gerçekleşirse, suçun katmerlisi oluşacaktır. Düşünebiliyor musunuz, ? Sn Başbakan hem Sn.Ferit Şahenk’in tahsilâtçısı konumuna düşecek, hem de “ Bana Türk demeyin, ben Arap’ım, Türk denirse utanırım” diyen kişi ile dünün matbaacısı, F.Gülen’in evladı gibi sevdiği, İpek çocuğunu bir kez daha gazete ve televizyon sahibi yapacak. .

Hatırlarsınız Doğan Grubu’ na ağır bir vergi cezası gelmişti. Bu ceza gerek Türk basınında gerekse yabancı basında oldukça ses getirdi. Sayın R.Tayyip Erdoğan ve Aydın Doğan arasında inanılmaz bir fırtına çıkmıştı deyim yerindeyse ama eğer bu iddia doğru ise Aydın Doğan, Ak Parti’ ye yenik düştü. Doğan, vergi olayını halletmiş oldu ama iktidara da yenik düştü. Bu ülkenin entrikalar döndürülmeden yönetildiğini ne zaman göreceğiz?

11,01,2010

10 Ocak 2010 Pazar

Kayasu, 1Dünya'da

Sitemiz baş yazarı Tolga Kayasu, çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Kısa süre de yazıları bir çok internet sitelerinde yayınlanırken, Kayasu son olarak 1DünyaHaber adlı internet sitesinde yazar oldu.

Bu sitedeki ilk yazısı
http://www.1dunyahaber.com/yazar/518-hsyk-anayasa-ya-karsi-suc-isliyor.html

Saygılarımızla
gencmanifesto bünyesi

6 Ocak 2010 Çarşamba

İnternette en çok o okunuyor!

Sitemizin baş yazarı olan Tolga Kayasu, başta sanal ortamda daha
sonrasın da ise matbu ortamda yazılarını yayınlatarak büyük işlere
imza atmıştır. İnternet üzerinden 31 ülkeye ve on binlerce okuyucuya
ulaşan yazarımızın yazılarının yayınlandığı siteleri şahsınıza
sunuyoruz. Ayrıca matbu olarak sincanistasyonu dergi' sinin ve Bugün
Gazetesi' nin sayılarında bulabilirsiniz.

Saygılarımızla
gencmanifesto bünyesi

Kayasu' nun yazılarını bu adreslerden bulabilirsiniz.

gencmanifesto.blogspot.com
gencmanifesto.virgullu.com
http://www.kalemingolgesi.com/yazarlardan.aspx?yazar=tolgakayasu
http://www.izedebiyat.com/yazar.asp?id=17056
http://www.kalkanhaber.com/editor/32-tolga-kayasu.html
http://www.kktcmedya.com/editor/13-tolga-kayasu.html
http://www.sonbaski.com/tr/?cat=90
http://www.yazarport.com/yazar.aspx?yazar=847
http://www.genckalem.org/index.php?option=com_content&view=archive&ye...
http://www.gencgelecek.com/

Ayrıca Kayasu, bu girişimleriyle sanal ortamda en çok okunan
yazarlarından biri olmuştur.
Kayasu hakkında yapılan bir haberi de sizlerle paylaşıyoruz.
http://www.gundemgazetesi.net/news_detail.php?id=4125

http://groups.google.com.tr/group/haberx/browse_thread/thread/78cfa2a5fcd4d855 ' dan alıntı

2 Ocak 2010 Cumartesi

Katsayı mı sistem mi hangisi adaletsizlik?

2009’ un son aylarına girerken gündeme YÖK ve Danıştay’ ın Kat sayı krizi damga vurdu. YÖK ve Danıştay, ÖSS’ de ki katsayı farkı yüzünden deyim yerindeyse birbirine girdi. YÖK Başkanı Özcan, katsayı farkının adaletsizlik olduğunu söyledi ve kaldırılmasını istedi. Ama Özcan, ortadaki asıl adaletsizliği göremedi. Bu adaletsizliği de Eğitim – Sen ortaya çıkardı.

Bir öğrenci ilköğretimden yükseköğretim sonuna kadar 16 yıllık eğitim hayatı boyunca yaklaşık 750 zorunlu sınava giriyor. Bu sınavlar içinde en önemlileri ise ortaöğretime geçiş için girilen Seviye Belirleme Sınavları ve gençlere üniversite kapısını açan ÖSS. SBS ve ÖSS’ye hazırlanmanın maliyeti ise bir hayli ağır. Orta gelirli bir veli çocuğunu SBS’ye hazırlamak için 12 bin 700, üniversiteye giriş sınavlarına hazırlamak içinse 18 bin 500 TL harcama yapıyor.

İşte Özcan’ ın göremediği adaletsizlik! Kat sayılarda bir iki puan adaletsizlik oluyor ama parası olanın eğitim görmesi adaletsizlik olmuyor öyle mi? Ülkemiz de özelliklede Doğu Anadolu başta olmak üzere Anadolu halkımızın Büyükşehirlerdeki gibi imkanları ve maddi durumlarının olmadığı açıktır. Ve sistemde görüldüğü üzere parasal durumu iyi olan başarılı oluyor. O zaman maddi durumu iyi olmayan vatandaşlarımız ne yapsın? Onlarında eğitim görmeye hakkı yok mu? Özcan bunun üzerinde niye durmuyor acaba?

Eski Eğitim Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer, eğitim hayatındaki sınavların velilerin bütçesine etkisini konu alan bir çalışma hazırladı. Çalışmada, anadolu yakasındaki alt ve orta gelir düzeyindeki velilerin çocuklarını gönderdikleri 30 devlet okulu ve 12 dershanenin verileri kullanıldı. Sınıfları altı ve sekiz öğrencili olan butik dershanelerin ücretleri 6 bin- 11 bin TL arasında. 16-24 mevcutlu sınıfları olan dershanelerin fiyatları ise yıllık 800- 4 bin TL arasında.

Dershanelere devam eden öğrencilerin yüzde 12’si KPSS, yüzde 20’si SBS, yüzde 60’ı üniversiteye yerleşmek için girilen Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı’na (LYS)hazırlanıyor. Orta direk bir aile çocuğunu SBS’ye hazırlamak için ortalama olarak 4. sınıfta 1300, 5. sınıfta 1500, 6. sınıfta 2 bin 800, 7. sınıfta 3 bin 300, 8. sınıfta 3 bin 800 harcıyor. SBS’ye hazırlanmanın maliyeti 12 bin 700 TL’i buluyor.
ÖSS’ye hazırlanmanın bedeli ise 9. sınıfta 4 bin, 10. sınıfta 4 bin, 11. sınıfta 4 bin 500, 12. sınıfta 6 bin toplamda 18 bin 500 TL.
Üniversiteye girmekle de sorunlar bitmiyor. Üniversite sonrasında da kamuda çalışmak için Kamu Personeli Seçme Sınavı’nı(KPSS) geçmesi gerekiyor. KPSS’ye hazırlanmanın bedeli ise yıllık ortalama 3 bin TL. Bütün bu sınavlar göz önüne alındığında 10 yılda sınavlara hazırlık için harcanan miktar 34 bin TL’yi buluyor. Alaaddin Dinçer, gençlerin 20’li yaşlara geldiğinde yaşamlarının 10 yılını sınavlara hazırlanarak geçirdiklerini belirterek şöyle konuştu:
“Sınavlı sistem bir yandan çocuk ve gençlerimizin kimyasını bozarken, diğer yandan velilerimizin bütçesine büyük yükler getirmektedir. Sınavların varlığı, sayısının sürekli artması okul dışı kurumlara yönelimi artırmaktadır. Eğitimde eşitsizlik derinleşmekte, eğitimin herkes için ulaşılabilir bir hak olması zorlaşmaktadır.”

Kat sayı olayında ortalığı deyim yerindeyse kaldıran Özcan, bu manzara karşısında niçin sessiz kalıyor? Bu adaletsizlik değil midir? Yoksul halk ile maddi durumu iyi olanlar arasındaki bu uçurum ne zamandan beri adalet oldu? Bu sistem başlı başına adaletsizlikler üzerine inşa edilmiştir. Öğrencilerin eğitimleri değil birilerin cebini düşünülerek kurulan bu sistem kaldırılmazsa ileri de daha büyük patlaklara yol açarak durumu daha da vahim boyutlara ulaşacaktır.

02,01,2010