gencmanifesto kurulduğundan bu güne 33 ülke tarafından okuyucu bulmuştur. Aşağıda göreceğiniz sayacturka tarafından bu tesbitler yapılmıştır. Bu blogun hiçbir siyasi güç ile uzaktan yakından alakası yoktur. Tek amacı Türk Gencini daha iyi bir noktaya taşımaktır.

genmanifesto
genckalem92@gmail.com

desteklerinizi bekliyoruz

11 Aralık 2009 Cuma

Bunların amacı barış felan değil!!!!

Barış, barış, barış…..
Şu aralar herkesin kafasını karıştıran bu konu. Barış ama kime göre ? Herkesin kendine göre bir barış anlayışı var. Aslında yanlış barış evrenseldir. Ama gelin görün ki durum böyle değil. Atatürk: ‘’ Yurtta sulh, cihanda sulh’’ derken evet evrensel barıştan söz ediyordu ama durum öylemi.

Barış, ne olursa olsun şiddeti ret eder ve bütünlüğü savunur. Hakkari’ de DTP’ nin yürüttüğü Barış ve Demokrasi Yürüyüşü ismiyle bağdaşmayan hareketlere sahne oldu. Halbuki yürüyüşün ismiyle müsemma bir durum sergileyerek barışı ve demokrasi savunarak şiddeti ret etmelidir. Ama öyle mi oldu. İşte anlatmaya çalıştığım herkesin barış anlayışı farklı konusuna somut bir örnek oluşturdu.

Bu yürüyüşe katılanlar, kentin bir çok noktasını adeta savaş alanına çeviren göstericiler, güzergahları üzerinde bulunan Atatürk Büstü, askeri lojmanlar, Öğretmenevi ve dershaneleri de taş yağmuruna tuttu. Bunun neresi barış neresi demokrasi şimdi bunu biri açıklasın.
Başta gayet güzel bir gaye ile başlandığı aşikar isme baksanıza BARIŞ VE DEMOKRASİ yürüyüşü barış, demokrasi, kardeşlik mesajları verileceği gibi gözüküyor ama işler hiçte öyle olmuyor. Başlığın sadece bir kalkan olduğu ap açık ortada. Madem amaçları barış ve demokrasi o zaman ne diye taş atıyorlar, şiddetle mi demokrasinin geleceğini sanıyorlar. Amaçları nedir bunların? Anlaşamadıkları TSK ise yani asker ise asker ailelerinin ne suçu var, sorununuz onlarla ise git onlarla görüş ne diye ailesine taş atıyorsun onların ne suçu var.
Amacın barış ve demokrasi değil onu anladık. Ama gittin bu ülkenin yeni nesillerini yetişmek için çırpınan üç kuruş maaş alan insanların bulunduğu yere ne diye taş atıyorsun. Aaa! Senin amacın barış ve demokrasiydi dimi barış ve demokrasi dershanelere giden öğrencilere taş atmaktır zaten. İlk önce yaptığın şeyin ne olduğuna bak sonra oraya yaz barış ve demokrasi.

Hele hele Atatürk Büstü’ ne taş atmak ne oluyor? Atatürk, tüm cihanda barışı savunurken senin ona taş atman ne oluyor? Böyle yaparak barış ve demokrasiyi savunduğunu mu sanıyorsun. Hoş siz bu olayın bir benzerini 1992 ‘ de yapmıştınız dimi.

Nelson Mandela.

Ya da; kabile büyüklerinin ona taktığı ismiyle; “Madiba.”
Güney Afrika’nın ilk siyahi avukatı olan Madiba; kendi ırkına yapılan ayrımlara karşı çalışmalara üniversitedeyken başlamıştı. Bu sebeple kurulan Afrika Ulusal Kongresi’ne katılmış ve zamanla içinde yükselerek örgütün sembol isimlerinden olmuştu.

Yıl 1961.

Madiba; demokratik anlamda mücadelenin mümkün olmadığını gördüğü için Umkhonto we Sizwe’yi kurdu. Bu örgüt silahlı bir örgüttü.

Yıl 1962.

Madiba, destek toplayabilmek için yurtdışına çıktı. Sosyalist ülkeleri dolaştı ve dünyanın pek çok ülkesinden destek aldı. Sovyetler Birliği, 1962 yılında ona Uluslararası Lenin Barış Ödülü’nü verdi.

Ancak Madiba ödülünü alamadı. Halkı isyana teşvik etmek, sabotaj ve suikastlar düzenlemek gibi suçlardan ömür boyu hapse çarptırıldı…

Ve, yıl 1990…

Mandela, cumhurbaşkanı De Klerk’in talimatıyla koşulsuz olarak serbest bırakıldı. Hapisten çıktığı gün onu Cape Town’de yüzbinlerce kişi karşıladı. Ve Mandela, o yüzbinlerce kişiye karşı yaptığı konuşmada enternasyonelist düşüncenin özünü işte böyle anlattı;

“Ben beyazların tahakkümüne karşı savaştım, siyahların tahakkümüne karşı savaştım, demokratik ve özgür toplum fikrini öğütledim, bunun için ve bunu başarmak için yaşadım; bunun için ölmeye de hazırım.”

Mandela’nın hikayesi; Malcolm X’in hikayesini andırıyor. Malcolm X de İslam Ulusu örgütüne ilk katıldığında aklındaki tek düşünce bir siyah cumhuriyeti kurmaktı. Özgürlük ve bağımsızlık ile ilgili düşüncelerini siyahlık üzerine kurguluyordu.

Ancak sonra her türlü tahakkümün aynı olduğunu gördü. Rosa Luxemburg’un ifade ettiği gibi, “asıl özgürlük ötekinin özgürlüğüydü.” Jean Paul Sartre’nin “anti-semitizm ve Yahudi Sorunu’nu” aslında bir “Fransız sorunu” olarak görmesindeki temel neden de buydu.
Ötekine yapılan baskı ve ayrımcılık; aslında “esas halka” yapılıyordu. Ötekiye baskı için kurulan devlet aygıtı doğrudan olmasa da dolaylı olarak esas halkı bastırıyordu. Bunun çözümü şu ya da bu ırkın tahakkümünü içeren bir rejim için mücadele etmek de değil; tahakküm kavramının kendisine karşı mücadele vermekti.

Madiba, hapisten çıktıktan sonra katıldığı 1994 seçimlerinde cumhurbaşkanı seçildi. O günden beri partisi ANC, iktidarı kaybetmedi. Siyahların neredeyse hiçbir hakkı olmadığı Afrika; bugün siyahi bir parti tarafından yönetiliyor.

Bazı eyaletlerinde siyahların otobüste oturma hakkına bile sahip olmadıkları Amerika’nın bugün siyahi bir başkan tarafından yönetilmesi gibi.

Peki tüm bunlarla Türkiye’nin ne ilgisi var?

Yıl; 1992.

1980′lerde tüm dünyada yayılan ırk ayrımı karşıtı düşünce ve aktivizm hareketlerinin ardından Madiba’nın da hapisten çıkması onu bu hareketin sembolü haline getirmişti. Madiba’ya dünyanın dört bir yanından ödül yağıyordu. 40 yıl içinde aralarında Nobel Barış Ödülü’nün de bulunduğu yüzü aşkın ödül almıştı.

Madiba, artık bir ‘marka’ydı.

Türkiye Cumhuriyeti de; daha önce Kenan Evren’e “bile” verdikleri Atatürk Barış Ödülü’nü Mandela’ya vermeyi teklif etti.

Peki, Mandela ne yaptı?

Ödülü reddetti!

Gerekçesi ise açıktı; Türkiye’de Kürtlere yapılan ayrımcılıklar. Mandela, mücadele ettiği şeyin yalnızca siyahların özgürlüğü olmadığını bir kez daha göstermişti..

Başkanı olduğu ANC’nin sözcüsü Gill Marcus 12 Nisan’da Johannesburg’da yaptığı açıklamada Mandela’nın ödülü, “Türk hükümetine yönelik insan hakları ihlali suçlamaları” nedeniyle kabul etmediğini ve Türkiye’yi ziyaret etmeyi düşünmediğini açıkladı.

Daha sonra Mandela’nın avukatı ve sözcüsü olan Mossa, Mandela’nın Abdullah Öcalan için kurulacak bir hukuk komisyonunda temsilci olmayı düşündüğünü ancak sağlığı el vermediği için bunu yapmadığını açıklayacaktı.

Türkiye, tüm dünyaya rezil olmuştu.

Süleyman Demirel, olayı “üzücü” olarak nitelendirirken o dönem mecliste bulunan HEP milletvekilleri Mandela’ya teşekkür etti.

Bu olayı unuttuğumuzu sandın dimi? Ha HEP ha DTP ne farkınız var zamanında da yaptığınız aynıydı şimdi de aynı. Sizin amacınız barış felan değil. Bunu bir kez daha anladık. Barış isteyen adam, Atatürk heykeline taş atmaz, barış isteyen adam askeri lojmanlara ataş atmaz, barış isteyen adam bu ülkenin geleceklerine taş atmaz….

11,12,2009

Teksatır’ dana alıntı:
1930'larda Ankara ziyareti sırasında Atatürk'ün kişiliğinden ve görüşlerinden çok etkilenen Yunan Başbakanı Eleutherios Kryiakos Venizelos; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'i, o yılın Nobel Barış Ödülü'ne aday olarak gösterdi. 12 Ocak 1934 tarihinde Nobel Barış Komitesine bir mektup yazan Venizelos, bu mektupta 'çökmek üzere olan bir imparatorluktan, güçlü ve çağdaş bir devletin doğduğunu' da anlatıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder